19 Haziran 2012 Salı

Bize ayrılan kapasitenin sonuna geldik..

Şifre unutmak herkesin başına gelebilcek bi hadise..
Özellikle de sistem düzenli olarak değiştirmeni gerektiriyorsa..

Bu sabah her gün kullandığım bilgisayarımın başına oturdum..
İlk açılış kodunu girdim..
Sonraki ekran kullanıcı adı ve şifre soruyor..
Şifreyi hatırlıyorum, çok net ama kullanıcı adı?
Hiçbir şey hatırlamıyorum, kafamda en ufak bir ipucu yok..
Başarısız bir deneme yapıcak kadar bile yok..

Aşağı indim, bir kahve aldım..
Geri döndüm..
Zorladım zorladım, en sonunda bişeyler yazdım..
Fotografik hafızam yazdığım şeyin biraz kısa olduğunu söylüyordu..
Ama yapıcak bir şey yok..
Elde ibr tek bu var..
Bastım enter'a.

Başarısız..

O an sınıra ulaştığımı farkettim.
Kapasite artırımı diye bir şey yokmuş beynimde..
Yeni bilgileri eskilerin üzerine yazmak zorunda kalmışım..
Eski derken de hergün kullandığım bilgilerin..
Keşke "do you want to replace" diye soran olsa..

Bundan sonra her yeni bilgiyi eskileri silmek pahasına kaydediyorum..
Biraz tedirginim..

18 Haziran 2012 Pazartesi

Ahlak..

Ahlak ilginç bir kavram.. ve çok da tehlikeli.
Ahlak bir "kurallar" serisi esasında..
Herkes için bu kurallar farklı olsa da ya da sırası değişse de esasında bir kurallar serisi.
En basitinden insan kendi ahlak anlayışı çerçevesinde kendine kurallar belirleyip buna göre yaşıyor.
İşte bu yüzden ahlak çok tehlikeli bişey.
Kendine koyduğu kurallara uymayanları ahlaksız olarak tanımlama eğilimi çok doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Son birkaç aydır sosyal paylaşım sitelerinde twitter'ı daha sık takip ediyorum.
Bununla birlikte internette gazeteleri taramak için de daha fazla vakit ayırır oldum.

Gördümki, herkes her şeye tepkili..
Köşe yazarları, sokaktaki insanlar..
Her şeye tepki veriyorlar..
Yüzyüze konuşmaya çekinen ama mektuplarında döktüren aşıklar gibi sanal ortamda herkes birer halk kahramanı, herkes bir şeyin savaşçsı olmuş..
Bu da bir gelişmedir dedim, kendi adıma sevindim.

Geçen hafta Yargıtay, ANAL ve ORAL seksin "tecavüz, sado-mazo, hayvanlarla seks ve ölü sevicilik" gibi ilişkilerle aynı kategoride değerlendirilmesine karar verdi. Ve anal ve oral ilişkinin "doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlar" olduğunu savunarak bu tür görüntüler bulunduran bir sanık hakkında "müstehcen görüntü içeren yayın satmak" suçundan verilen cezayı az buldu ve cezanın görüntülerin içeriği nedeniyle ağırlaştırılmasını istedi.

Peki tepkiler ne oldu?

Parmakla gösterilebilecek 1-2 insan dışında tepki veren olmadı.
Ne gazeteci ne sıradan insan, ne siyasetçi, ne eğitimci..
Bu denli yoğun sosyal medya araçlarını kullanan, bu kadar kalabalık bir nüfusta sesini çıkaran neredeyse olmadı bu karara.

Burada anal ya da oral seksin yaygınlığını ya da normalliğini ya da eşcinseller için ne demek olduğunu ya da kusura bakmayın ama "kime ne" olduğunu savunmayacağım.

Peki NEDEN kimse tepki vermedi?

Çünkü herkesin içinde bir Melih Gökçek var. Ve herkes onu biraz "normal" buluyor.
Bu konuya tepki vermiyorlar çünkü verirlerse ve biri çıkıp onlara "Çok anal seks yapıyosun heralde", ya da "çok oral seks yapıyosun heralde" derse diye korkuyor.

İşte bu korku asıl "ahlak" anlayışının aynası..
Yargıtay'ın özel yaşama bu denli müdahale etmesinden daha vahim olanı medyanın buna tepki vermemiş olması, tepki vermeye utanmış olmasıdır..
Bu karara tepki veremeyen herkes maskesinin altındaki Melih Gökçek i açık etmiştir.

12 Haziran 2012 Salı

Total Recall, Totally Inspiring..

Bu haftasonu Arnold'ın 1990 yapımı Total Recall filmini izledim..
Herşeyden önce altyazılarda filmdeki şirketin adı olan "recall"u "rekall" olarak çevirmeleri çok şahaneydi.
Ama "I'll kill Commudus"u "Aviko da bizimle gelecek mi" olarak çeviren güzide bi toplumda bu kadarı normal diye düşünüyorum..

Neyse, filmin kendisine gelirsek..
2000 lerde izlediğimiz birçok yapım Total Recall'dan esinlenmiş desem yalan olmaz..
Dikkat edin bayaa ılımlı bir kelime seçip esinlenmiş diyorum.
Ama filmde neler yokki..

- Kırmızı hapı sunan Morpheus ile Matrix
- Rüya içinde rüya, rüya-gerçeklik karmaşası ile Inception
- Hafıza silme ile The Eternal Sunshine of a Spotless Mind
- Ninja Turtles'daki beyin Krang

Total Recall sinemada bir çığır açmış diyebiliriz..

1 Haziran 2012 Cuma

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Mükerrer kayıt..

Aslında yeni bir kayıt diil, 18 eylül 2010 da girdiğim eski bir kayıt..
Mükerrer kayıt..

O gün yazarken de üzülüp, isyan edip yazmıştım bu alıntıyı..

Ama bugünki hayalkırıklığımı, yabancılaşmayı, dışlanmayı, karamsarlığı, öfkeyi, çaresizliği yaşayabileceğimi o gün aklımın ucundan bile geçirmemiştim..
Sıra bana geldi..

Buyrun..

“Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı...”


Martin Niemöller

22 Mayıs 2012 Salı

Eş haklar..

Şu anda meclise baktığımda en iyi muhalefet yapanların BDP milletvekilleri olduğunu düşünüyorum...
En iyiden kastım nedir?

Herşeyden önce en iyi üslup. Başı sonu belli, önceden düşünülerek hazırlanmış, gerçekten belirli bir amaca yönelik, laf kalabalığından itina ile kaçınan açık, net ve öz söylemleri var.
Aynı fikirde olursun olmazsın, bir kısmını doğru bir kısmını yanlış bulursun belki, ya da tamamen aynı fikirdesindir.. ne olursa olsun üslupları iletişim odaklı..

Üsluptan çok da bağımsız olmayarak, amaca yönelikler.. şikayetler net.. eleştiriler net.. çözüm önerileri net..
Netlikten zarar gelmez, olsa olsa yarar gelir..

Bu noktada şöyle bir parantez açmalıyım belki:
BDP belirli bir grubun partisi olarak çıkmıştır ve üslubunun ve muhalefetinin netliği biraz da bununla ilgilidir.. Derdi bir, kitlesi bir.. Ülkenin geneline hitap etmek gayesi olmadığı için, genelini hoşnut etme kaygısı da yoktur. Geneli memnun etmek neredeyse imkansız ve bir o kadar da boş bir çaba olduğundan, diğer partiler lafı ağızlarında geveler, ertesi gün başka yöne çekilebilecek demeçler verirler, netlikten bir o kadar kaçarlar..

Aslında BDP ile ilgili en büyük eleştirim de bu noktada olmuştur şahsen, bir bölgenin/kitlenin partisi oldukları sürece her zaman için biraz dışarıda kalacaklardır, ve belki de "bölücü" etiketini sırf bu yüzden hiçbir zaman üzerlerinden atamayacaklardır. Bu nedenle zaman içinde daha farklı gruplara, daha farklı sorunlara da hitap etmeyi, sadece bir grubun değil, toplumun dertlerini hedeflemelidirler.. (dikkat ederseniz, geneli memnun etmek demiyorum)

Biz Türkiyede Osmanlı'nın torunları olarak kendimizi her türlü ayrımcılıktan soyutlamayı seçmişizdir. Ancak biraz etrafımıza baktığımızda en acı gerçekleri yanı başımızda görebiliriz..

Ayrımcılık; Fransa'da vardır (müslüman/siyahlara karşı), İngiltere'de vardır (Hintli ve Pakilere karşı), Almanya'da vardır (Türklere karşı, zamanında da musevilere karşı), Amerika'da kralı vardır (siyahlara karşı, zamanında da yerlilere karşı). Ama biz? Biz Osmanlı'nın torunlarıyız..

Biz eşcinsel haklarını Amerikan başkanlık seçimleriyle duyarız, konuşuruz ama sonra, hemen de unuturuz..
Alın size fırsat.. Yeni bir anayasamız olacak.. Duyarlılığınızı burada görelim.. Hep tarihe referans verdiğiniz Anadolu hoşgörüsünü burada görelim.. Osmanlının torunları olarak farklı kültürlere, farklı yaşamlara saygınızı siz yaşayanlardan görelim bir kere de..

Yeni anayasa tartışmaları sırasında BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, partilerinin çıkışındaki kitle haricinde bir grubu hedefleyen bir politika izlemiştir. Anayasanın cinsel eğilimler konusunda eşitlikçi olmasını önermiştir.
BDP'nin Türkiye'nin partisi olma yolunda katedeceği mesafe uzundur belki ama bu yolda çok önemli bir adım atmıştır.

Darısı senelerdir muhalefet yaptığını sanan partilerin başına..

21 Mayıs 2012 Pazartesi

M.Mungan söyleşisi üzerine..

Murathan Mungan öyle bir söyleşi vermişki bugünki Radikal'e..
Mukakkak ki birşeyler katmak isteyen, düzeltmeler yapmak isteyen için yer vardır hala..
Ama Mesleği düşünmek ve yazmak, hayatı ise anlamak üzerine kurulu bir insanın çok yerinde seçtiği kelimeler ve üslup dikkat çekiyor..
İmrendiriyor.. "bunları diyen ben de olabilirdim" dedirten cinsten..

Kendi adıma beni zorlayan ve üzerinde çalışmam gereken kısım şu:
"kimse kimsenin aydınlığının kaç karat olduğunu hesaplamaya kalkmasın"

Bu konuda kararsızım..
Senelerce Türkiye'nin başına gelenlerin en büyük sorumlusu olarak kendini "aydın" diye nitelendiren kesimi gördüm..
Çünkü belirlenmiş batı dogmalarının peşinden gittiklerini ama aslında derinlemesine düşünmeden yoksun olduklarını düşündüm.
Batıcı olunca sanki muhafazakar olunamazmış kabullerine karşı çıktım.
Düşünceden yoksun oldukları için, çiğnenmemesi gereken sınırları ancak onları koruduğu sürece koruduklarını düşündüm..
Cümlelerim geçmiş zaman diye bu düşüncelerimi bir kenara atmıyorum elbette.
Ama düşünüyorum..
Çünkü "kimse kimsenin aydınlığının kaç karat olduğunu hesaplamaya kalkmasın" cümlesi hayat görüşüme uygun bir ifade..
Ama beni korumadığı zaman esnetebileceğim bir şey mi?
Olmamalı..
Sanırım M.Mungan'ın sözleri kişiler için geçerli.. Kişilerin aydınlığını ölçmeye kalkmayın ama fikileri, eylemleri takdir de edilebilir, eleştirledebilir..

bekleme yapma.. aradığın isim Chris Hemsworth..

Geçen bahardan beri bakıyorum bu bloga arama motoruyla ulaşanların çoğunluğu "thor vücut", "thorun vücudu" anahtar kelimeleriyle ulaşmışlar..
Vay arkadaş ne thor'muş, ne vücutmuş..
Çok meraklısıysanız thor'u oynayan arkadaş "Chris Hemsworth"
Google da bu ismi aratırsanız daha hızlı ulaşırsınız, bir de images derseniz, ooo oh deymeyin keyfinize..
Hadi kalın sağlıcakla, iyi search ler..

20 Mayıs 2012 Pazar

bi elimde ipad, diğerinde efes..

Bakmayın 30 yaşımı devirdim ama herkes 30'una böyle girer umarım..
Senelerdir aynada gördüğüm görüntüye alışmıştım derken, artık sadece fotoğraflarda görmeye alıştığım ve "güzel günlerdi" diye kabullenişle andığım halimi 30umda tekrar yakaladım.
Evet stres katsayımı artıran şeyler yok diil hayatımda ama digiturk te 71-84 arası gidip geliyorum, spor haberleriyle hayat daha light oluyomuş bunu farkettim..
Penceremde 2000 de astığım bayrağım asılı, ama bu ve bunun gibi geçmişi hatırlatan şeyler nostaljik gelmiyo (bu ayrı bir yazı konusu ama kısaca: geçmişin acı vermesi temelli bir sözcük nostalji), üzüntü vermeyi bırak, tatmin veriyor..
Geçmişe dönüp baktığımda keşkelerden çok "neyseki", "iyiki" leri kullanmanın rahatlığı var..
Tek kaygım daha fazla bişeyler yapmak; yeni yerler, yeni insanlar, yeni kitaplar..
Bi stres management eğitiminde skorum o kadar düşük çıkmıştıki, kadın "hayatında stres yok" yorumu yapmıştı..
Çok saçma, sadece saçma şeyleri stres yapmamaya çalışıyorum, kaygılarımı belki de fütursuzca sıralıyorum..
Kendine bakmak, bakım yapmak bi zorunluluk gibi gelmiyo henüz 30unda, daha çok bir zevk..
Youtube turlarında bilgimiz artsın, açıyorum "face lifting w/o surgery", izliyorum..
Hmmm ilginnnç..
Kadın diyor "en büyük düşman alkol"
Başımla onaylıyorum..
Bir elimde ipad, diğerinde efes..
Sonrasını bilemem ama hayat 30unda gerçekten güzel..

17 Mayıs 2012 Perşembe

Birileri geleceğimizle oynuyo..

RTUK öpüşme, sevişme sahnelerine uyarı-yasak getireceğine bence Orkid reklamlarına biraz el atsın.. "kokuyu hapseden petek doku.." Bu ne arkadaş yaa.. Mahremiyet diye bişey kalmadı. Mazallah sevgilinle birlikte izlesen reklamı birbirinizden soğursunuz.. Sevişmekten soğutur valla.. İlişkinin birliği, dirliği bozulur.. Bu travma sonrası 3 çocuk falan da yalan olur benden söylemesi..

14 Mayıs 2012 Pazartesi

çok iyi oldu..

çok iyi oldu, çok da güzel oldu..
ben şu şekil kutlarım, o bu şekil kutlar..
şampiyonluk bidir..

 

9 Mayıs 2012 Çarşamba

bana ne Avrupa Günüyse sanki bana Pele..

Bugün 9 mayıs.
Avrupa Günü, Avrupa Birliği planının açıklandığı gün.

Ama Google doodle olarak bunu değil de Howard Carter diye birinin doğum gününü yapmış.
Kimmiş peki Howard Carter?
Tutankamon'un mezarını keşfeden arkeologmuş..

Sevdiğimiz dünya bu işte..
Sıkıcı günlerdense hayatımıza renk katan insanların anıldığı..

8 Mayıs 2012 Salı

sessiz bir an ve iki şiir..

insanın evi de olsa kendi evinde yaşamaması garip bi durum..
akşam evine gittiğinde boş eve girip, bi kadeh bişey koyup,
kitaplıktan Bedri Rahmi'nin kaydettiği Nazım Hikmet'in kendi sesinden seslendirdiği kitabı bulup,
iki şiir dinlemek istersin..
sadece sessiz bir an ve iki şiir..
ama yapamazsın.. kitaplığın uzaktadır..

iki şiir sonrası tabiki de muhabbet istersin.. o da şindilik burdadır :)

Snuff_ Ölüm Pornosu


Geçen sene İstiklal'de yürürken, serbest çağrışımla kitabevine girip, bakınıp Chuck Palahniuk'in "Ölüm Porno"sunu, Ursula K. LeGuin'in ise ilk çocuk masal kitabı "Balina Süleyman'ın Dokuz Yüz Otuz Birinci Dünya Turu"nu ve "Atuan Mezarları"nı almıştım.

O gün Şindi'ye gidip bir kaç kadeh prosecco eşliğinde tercihimi Ursula'dan yana kullanmıştım..
Sonra bir türlü Ölüm Pornosu geçmedi elime..

Bugün şans eseri internette gezinirken kitap hakkında dava açıldığını okudum!
Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu'nun bilirkişi raporunda da yer aldığı üzere "kitapta yer alan yazıların halkın ar ve duygularını incittiği, cinsi arzuları istismar eder nitelikte olduğu gerekçesiyle soruşturma açılmış"mış!!

Kitaplığıma ulaşır ulaşmaz Ölüm Pornosu'yla gecikmiş buluşmamızı gerçekleştiricem ve şu ar damarı mevzuuna elimi atıcam..


Daha neler görücez kim bilir..

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Happy Birthday Keith Haring..


Din ve Mitoloji

Tek tanrılı dinlerle mitolojiyi birbirinden ayıran en önemli fark, tek tanrılı dinlerin tanrının evreni yaratmış olmasına inanmaları. Mitolojide ise evrenin tanrıları yarattığına inanılır.


"Mitoloji" derken yunan mitolojisinden bahsediyorum. Diğer mitolojiler hakkında pek bilgim yok.

Yunanlılar evrenin tanrıları yarattığına inanır. Bununla da kalmaz, tanrıları insan görünümünde betimlerler ve insani özellikler yüklerler.

Elbette onları birer tanrı ya da tanrıça yapan güçlü yanları da var ama hiçbiri mükemmel değil. Zeus'un kadınlara olan zaafı, Hera'nın kıskançlıkları, Hades'in acımasızlığı, savaş saplantılı Athena ve Ares, taş kalpli Artemis, hırsız Hermes.. daha da devam edebilirim..

Kötü şeyler tanrılar tarafından yapılasa da "kötüdür" der mitoloji, çünkü tanrı bile olsa kötülüğünün cezasını bir şekilde çekerler.
Tanrıları insan görünümünde göstererek ise "iyi şeyler yapmak için tanrı olmaya gerek yoktur" der.

Tek tanrılı dinler ise her şeyin tanrı tarafından yaratıldığından yola çıkar ve tanrısına kötü tek bir özellik atfetmez, iyilik ve adalettir tanrı. Öyleki, bu özelliklere tam anlamıyla sahip olmak bir insan için imkansızdır, aksi halde insan tanrıya eş tutulmuş olur.

Tek tanrılı dinlerde "korku" vardır. İsanı yola getiren bu korkudur. Mitolojide ise daha çok sevgi vardır. Topraktan ürün almak önemlidir, gemilerin geri dönmesi önemlidir, evet savaşların kazanılması da önemlidir elbette. Ama tanrılarını severler, bazılarıyla birlikte yaşarlar, diğerlerini daha az görürler, gazaplarından elbette korkarlar, onları kızdırmamaya gayret ederler ama asıl amaçları iyi geçinmektir.

Benim düşünceme göre insanlık tarihinde tanrıların insanlardan uzaklaştırılması, korku getirmiştir, insanı gerçekten olabileceği iyiden uzaklaştırmıştır. Ya da böyle bir sonuç hedeflenmiş ve günümüz düzeni oluşmuştur..

God knows.. 

26 Nisan 2012 Perşembe

En Sıradan İnsandan En Samimi İtiraf..

En sıradan insandan en samimi itiraf..
I never said I was deep..

Birçok insan hakkında birçok zaman belki bunu düşünürsün,
ama bunu bi insanın ağzından itiraf olarak duymak..
garip bir his..
sympathy ile sempati arasında gidip gelirsin..

Teşekkürler Jarvis :)

inançlı mı dindar mı?

dindar diilim heralde ama kesinlikle inanıyorum..

kesinlikle mutantlara inanıyorum..

A Completely Original Screenplay..

James Kamuran Avatar II'yi çekiyormuş..
Peki siz Hangi Avatar II yi tercih ederdiniz?

"My Big Fat Pandora Versus The Deathly Hallows Striking Back At Muriel's Lethal Weapon: Reloaded" mı?


Yoksaaam Kamuranınki mi?

OHA diyen kız bu trailer senin için..

yaaaa
çok heycanlı..
gerçekmiş!!
Marvel's Avengers..
tamamı olmasa da rüyamın bi kısmı gerçekmiş..
Sanırım F4, Spiderman ve X-men yok ama diğerleri var..

Acaba Loki nin nasıl kurtulduğunu da göstericekler mi..

Yalnız tek kötü olabilcek karakter Loki var..
O da aslında kötü bi çocuk değil, çevresi kötü :)


Geçen sene Thor'u üstsüz sinema perdesinde gören ve kendince haklı sebeplerden "OHA" diyen kız!!
Al, bu trailer da senin için geliyo..

24 Nisan 2012 Salı

Bakma Sevdalısı..

Alberto Moravia'nın bir kitabını okumuştum, Bakma Sevdalısı. Okuduğum kitaplarda kendimi sorgulamama sebep olmuştur. Neden okuyorum, okurken ne hissediyorum.. Moravia'nın dediği gibi insanların hayatına küçük bir delikten bakmak, röntgenlemek hoşuma gittiği için mi okuyorum.. Bunu her defasında düşünürüm ve aklıma hep aynı şey gelir: dışarıdan kendi hayatıma baksam nasıl bişey görürüm acaba.. Moravia'nın kitaptaki ana karakteri her sabah uyandığında bir "dünyanın sonu" senaryosunu kafasında oynatıyor. Bıkmadan usanmadan hergün.. Ben de bu akşam eve gelirken bir şey farkettim: Her akşam eve dönüş yolunun, trafik ışıklarının fasılalı yandığı, sokak lambalarının aydınlatmadığı kısmından geçerken ben de düşüyorum, kavşağın diğer tarafından bir araba gelse, bana çarpsa dışarıdan nasıl gözükür acaba.. Her akşam bu senaryoyu farklı şekillerde canladırıyorum kafamda. Böyle basit, belki herkesin yaşadığı ama çoğu zaman farkında olmadığı, ya da önem verilmediği için unutulan anlatılmaya gerek duyulmayan ama son derece insani davranışlardan bahsedilmesini seviyorum..

19 Nisan 2012 Perşembe

Post Apocalyptic Bir Ortam..

Dünki kum fırtınası sonrası post apokaliptik bir ortam vardı Ankara'da..
Her türlü poşet, çöp, ağaç dallarına, çalılara, demir çitlere cama yapışmış sinekler gibi yapışmışlardı..
Trafik ışıkları kopmuş, yerlerde..
Yüzey alanı fazla olan reklam  panolarının devrilmiş olmasını anlamak yine kolay olsa da küçücük trafik levhalarının yerle yeknesak olması garipti..
18 km lik yolda en az 10 tane devrilmiş sokak lambası..
Saatte 90 km hızla esen rüzgara karşı yokuş çıkmakta zorlanan arabam..
Ama rüzgar arkadan esince de baya komik oldu..
En iyisi de yürürken rüzgar bi anda esince ayaklarımın birbirine çarpıp az daha düşecek olmamdı :)
Gökyüzünün sapsarı halini görüp hayra alamet olmayacağını anlayanlardan önlem alanlar da vardı:
GSM operatörleri, baz istasyonlarını direklere kelepçelediler, üstlerine bişey gelmesi veya asılı olduğu direğin devrilmesi ihtimaline karşı süngerlerle çevrelediler..
Panora devasa levhasının etrafını kapattı, halatlarla farklı noktalardan yere bağladı..

Görüntü gerçekten sürrealdi..
Mission Impossible da Ethan'ın kullandığı, göz kırpınca fotoğraf çeken lenslerden olsaydı da şunları belgeleyebilseydim dedirten cinsten şeylerdi..
Etrafta insan kalmamıştı, sokaklar boş, dolmuşlarda sadece sürücüler vardı..
Böyle bir anı 2008 yazında ramazanda yaşamıştım bir de: yollar bomboş, bir insan yok, maslak girişindeki TEM ayrımında bir arabayla bir dolmuş kaza yapmış, öylece bırakıp gitmişler yolun ortasında. Sanki felaket veya savaş öncesi boşaltılan şehirler gibiydi..

Neyse, dün fotoğrafını çekemediğim ama gözümün önünden gitmeyen görüntü ise bomboş caddede, boş otobüs durağındaki bankın yanında belli ki topuklarına basarak çıkarılmış, nizami bir şekilde duran bir çift kahverengi, küt burunlu, erkek ayakkabısı oldu..
O ayakkabının hikayesini hep merak edicem sanırım..

18 Nisan 2012 Çarşamba

yedim ölmedim serisi-2

hamburger vending machine..
yedim, evet ölmeden ama tadı gerçekten saman gibiydi..


hayalet sürücü..

bilgisayarın hiçliğinden çıkan başka fotolar..

Gece yarısı saat 23:30'da Moskova'da caddenin ortasında atla gezen biri..
ben mi napıyodum? kaybolmuştum..



17 Nisan 2012 Salı

yedim ölmedim serisi-1

eski bilgisayardan güzel fotolar çıkmaya devam ediyor..

Ayran + Hamburger = 1.5 TL

Bedava değil!! Parasını verdim, Yedim.. Ölmedim.

güzel filmdi azizim..

bu filmi izlediğim dönemde bana yaşattığı hissi hatırlarım..
anlatmaya çalışınca basitleşmesinden veya fazla dramatik hale gelmesinden korktuğum için böyle bi çaba içine girmicem..
ama sonunda yaşattığı hissi hatırlarım..
dito'nunkine benzer bir his..
ve o günden beri de keyfini çıkarırım, kendi hayatımdaki azizlerin; bokunu diil..

16 Nisan 2012 Pazartesi

doctor's prescription:

evreyday, a bit of Fry and Laurie..

elephant in the room..

and we never talk about it.. you know, people say... never mind..
neden bilmiyorum, outnumbered'ı izlerken hala hiçbir gülme beklentim yok.
halbuki genelde oldukça da gülüyorum..

karşındakinin anlamıcağını farkettiğin ve pes ettiğin o an, Pete'in suratında okuyabileceğin, hem anlatmak istediğin ama anlatmadığın için, içinde kalmışlık hissi; hem de anlatmaya çalışma (boş) çabasından kurtulduğun için yaşadığın rahatlama hissi için gelsin o zaman bu parça..

12 Nisan 2012 Perşembe

İçimizdeki Korkağı Yenmek..

Bugün çıkan Fazıl Say haberlerinden sonra, youtube u açtım, Fazıl Say'ın 5N1K ya katıldığı bölümü başından sonuna kadar izledim.
Evet Fazıl Say çokça sert, bazen de hakaret içeren bir üslup ile konuşuyor. Özellikle 5N1K'daki konuşması boyunca gözlemlediğim kendini dizginlemek için oldukça da çaba sarfetti.
Bence başarılı da oldu.
Ama Cüneyt Özdemir birçok açıdan sınıfta kalmıştır. Nasıl mı?

1- Fazıl Say'ın içinde yaşadığımız toplum ve onun gidişatı ile ilgili yaptığı eleştirilerine yaklaşımı hep aynı oldu:  Ne yapalım, toplumumuz böyle, yok mu sayalım, ne olduğumuzu kabul etmez miyiz dedi.
Ya da kızmak yerine farklılıkları kabul edemez miyiz dedi.
Tek kelimeyle: SAÇMALIK.
Zaten bir eleştiri öncelikle bir durum değerlendirmesini gerektirir.
Toplumun şindiki durumunu belirlemelisiniz ki gidişat hakkında yorum yapabilin ve daha sonra bunu eleştirebilin.
Yani bir eleştiri yapmanın ön koşulu zaten kabul etmek. Ama kabul etmek eleştiriye engel teşkil etmez.

2- Sayın Göle'nin arabesk hakkındaki yorumunu okurken algılayamamıştır. Göle arabesk görgüsüzlüktür diyor. Ve görgüsüzlükler toplumların kültürel devinimlerini tetikler diyor. Fazıl Say da arabesk olmasın demiyor. Görgüsüzlük değildir demiyor. Fazıl Say arabeskin kültürümüzü domine etmesi sonucuna bizi götüren sebepleri eleştiriyor. Göle'nin yorumundan benim çıkarımım, arabesk eleştirilemez demiyor.
Yani Göle'nin yorumu ile Fazıl Say'ın eleştirisi esasında çelişen söylemler değiller.
3- "at last but not least" dedirtecek bir şey.
FS: referandumla tehdit edilmemiz hoş mu?
CÖ: siz hayır mı diceksiniz?
FS: hayır dicem
CÖ: bertaraf edilmekten korkmuyor musunuz?
Gerçekten utandım. Gazetecilik mesleğini icra eden bir insanın böyle bir kafa yapısında olması benim adıma tek kelime ile utanç verici. ister evet de ister hayır kime ne? ama bırakın gazeteci olma iddiasını, özgür basını, özgür bir birey olma iddianız var ise eğer, en azından evet ya da hayır deme sebebini kafanızda bertaraf olma korkusuyla rasyonalize etmemenizi beklerim, temenni ederim..

Kapanışı Fazıl Say'ın güzel cevabıyla yapmak isterim:
"Ben bir dünya sanatçısıyım.
Onurlu bir insanım.
Geldiğim yere büyük bir emekle geldim; dünyanın her yerinde; bestelerimle, çalışımla.
Çok zor bir hayattan geçtim.
Çok büyük önyargıları yendim.
Kendimi yendim.
Korkmuyorum.
Ben böyle bir durumda içimdeki korkağı yenmek durumundayım."

pişmanlık..

henüz üniversitede okuyan bir genç çizmiş bunu masalardan birine..

ilk bakışta biçok insan ""eeh gelmeseydin o zaman" dicektir, "gelmeseydin ne yapıcaktın" la devam edicektir belki..
ben böyle demicem çünkü bir bakıma doğru ya da şöyle ifade ediyim: çok olası.
bu pişmalıkların ipe götürüp götürmeyeceği ise tamamen kişisel..

neden olası?
çünkü üniversite belki de insanın önündeki alternatiflerin en bol olduğu dönem..
belki de herşeyin mümkün olduğu bir zaman dilimi..
hangi yöne gitmek istersen gidebileceğin, neyi giymek istersen giyebileceğin, neyi denemek istersen deneyebileceğin bir dönem.
alternatiflerin bolluğu (belki de sayısızlığı) kısıtlı zamanla birleşince "yapılamayanlar evreni"ni ister sitemez kendiliğinden büyütüyor.
haliyle pişmanlıklar da bir o kadar fazla olabilir.

umarım sizin pişmalıklarınız sizi ipe götürmez..

mmmmm.. good to be home..

11 Nisan 2012 Çarşamba

Gitme Nagehan..



Bu tercüme krizinin sonucu ne oldu?
1-Basın toplantısı fransızca tercüme ile devam etti.
2-Esas kızımızın tercümanlık alanında bir şansı vardıysa da onu kaybetti.
3-Nagehan hayatta kaybetti. Her ne yaparsa yapsın Satıcı Nagehan olarak kalıcak..

taktik maktik..

6 Nisan 2012 Cuma

No way out..

Eğer acil bi durum yoksa veya engelli değilsen Taksim Fünikulerini kullanma..
Geri Fındıklıya in..
Hiç boşuna bekleme, zaten sigara da içemiycen..

28 Mart 2012 Çarşamba

He sings in mysterious ways..

Bu aralar yeni bilgisayarıma geçme şerefine fotoğraf arşivimi düzenliyorum.

Ve çok ilginç şeylerle karşılaşıyorum..

19 Mart 2012 Pazartesi

who killed Bambi..

iyiymiş cidden :)

Rak'enRoll

Radyoda duyduğum kaza haberleri bugün işe yaradı, Konya yolu yerine arkadan İncek yolunu kullandım.
Senelerdir geçmemiştim bu yoldan..
Beytepe köy yolu halaaa offroad..

Modern sabahları açtım..
önce franz ferdinand
sonra red hot chili peppers
ve santana-matchbox20 nin solisti çocuk (adını hiç öğrenmedim, olmayınca olmuyo..)
bir potpori sonrası takada tukada dama dam dam 20 dakikalık MR

valla tam rock'n roll bi sabah oldu..

17 Mart 2012 Cumartesi

30

30 seneyi geride bıraktım..
ve evet bi kısmını hatırlamıyorum..
bi kısmını hatırlamak istemiyorum..
ama sonrası, sonrası çok güzel geçti..

gelenler, gidenler oldu..
güldüklerim, ağladıklarım, gülerken ağladıklarım..
bunca geçen zamanda hayatımda olan ve hayatımda kalan insanları düşündüğümde
beni mutlu ediyolar..
beni güldürüyolar..
dönüp arkama baktığımda,
elimi uzattığımda,
sırtımı yaslamak istediğimde,
gülmek istediğimde,
ağlamak istediğimde,
hep orda olduklarını bilmek..
30 senede sahip olduğum ve olmak isticeğim en değerli şey..

15 Mart 2012 Perşembe

ben bişey keşfettim..

fizy_ yıl: 2009_ yer: kafe pi, istiklal..
evet belki ilk diildim..
gençtik o zamanlar..

"young and reckless"
:) sevdim bunu..


14 Mart 2012 Çarşamba

Ve bu, kopan bir bağlantısıdır doğanın..

Bir yerlere bir şeyler not etmeyi, bir dergiden yazı veya resim kesmeyi hep sevmişimdir..
Bir zaman sonra _bazen seneler sonra_ karşına çıktığında garip bi mutluluk yaşatır sana..
Tanıdık ama biraz biraz unutulmaya yüztutmuş ama hayatından hiç çıkmasını istemiceğin birine rastlamış gibi..
Aşağıdaki yazı işte öyle bişey..
Bu yazıyı hep çok sevmişimdir..
Neden?
Tam bilemiyorum..
Beni anlatmıyor, ama herkesin yaşadığı şeyleri biraz anlatıyor..
Sanki bir rüya anlatır gibi..
Ana fikri kaybolabiliyor, somut şeylerle soyut bir kavramı anlatır gibi.. atlamalar yapıyor.. mekan yok..
Mutlu bir yazı diil, mutsuz bir yazı diil, arada hüzünleniyor ama genel bir modu bence hiç yok, herşey havada..
Seneler içinde defalarca elime geçti bu yazı.. Her okuduğumda bir rahatlık hissi verdi bana..
Ama bu yazıda seni en çok ne çekiyor derseniz, müsrifçe kullanılmış noktalama işaretleri _en çok da noktalı virgül_ sırf bu müsrifliği yaşıyım diye bu yazıyı okuduğum dergiden koparmamıştım. Kendim başka bir kağıda temize çekmiştim, ki bütün o noktalı virgülleri kendi ellerimle yazıyım diye..
Ve o zamanlar rakı içmezdim de..
Buyrun belki siz de bilmediğiniz bir sebepten seversiniz bu yazıyı..

"Bir rakı daha içer misin diye soracağım ama, kendim bir yudum daha içecek halde değilim. Son güneş batalı birkaç saat geçmiş olmalı. Yarın bir tane daha batacak; sonraki gün bir tane daha; biliyoruz.


Bir güneş daha ister misin diye soracağım ama, bir soru daha soracak halde değilim.


Son kadehi devireli bir asır geçmiş gibi. Yarın bir kadeh daha devrilecek; sonraki gün bir tane daha; biliyoruz.
Öyleyse söyler misiniz garson bey, biz hangi güneşin etrafinda dönüyoruz?


Bir miktar uzağa gittik seninle; şindi buradayiz. Şurasi deniz olmalı, ötesi ay belki;
Gel uyumayalim bu kez ne dersin? Nerdesin? Buldum ellerin ellerimde.
Güneş de buralarda bir yerlerde olmalı. Sen misin? Bir rakı daha ister misin?
Dur, hemen hayır deme; içmesen de olur..
Garson bey, bir miktar rakı lütfen; asırlardır bekliyoruz!


Güneş de değişmiş ay da.. Deniz desen, o başka haller içinde. Bir, rakı bildiğimiz gibi, o da çeşitli sakatlıklar peşinde. Sen.. Sen öylesin işte; hepsinin üzerinde nazarlık gibi duruyorsun. Sanki sen, tüm sevdiğim şeyleri, büyük bir özenle koruyorsun.
Bir bakıyorsun gözlerime; rakı kadersiz kalıyor, güneş fos çıkıyor, deniz eski günlerini arıyor.
Yalnızlığın en ücra köşesinden tanıdıkları adam değilim sanki.
Garson bey sizi de boyle seven var mi?


Şindi senin resimini yapsam. Gözlerine, sözlerine kuşlar kondursam. Herhangi bir renkte sayısız neticeler bulsam. Bir duruşuna onca haller gizlesem. Sen gülsen..
Siz mutluluğun resmini yapabilir misiniz garson bey? Hayır mı; o zaman bir rakı daha getirin lütfen. Ben bir asır daha bekleyebilirim..


Geceleri bir tek yalnızlığı üşür insanın. Bir tek yalnızlığın üstünü örtemez anneler. Olanlar, bitenlerle mutluluk oyunu oynarken, yollar bildik adımlarını izlerken tanıdık ayakların, rüyalar tabirler biriktirirken sabahı mutlu kılmak maksadıyla; siz yine de üşüyorsanız geceleri; bu yalnızlığınız nedeniyledir.


Sen öyle bir sarıldınki yalnızlığıma; hani sanki yalnızlığımı benden çok severmiş gibi..
Seviyor muydun? Biliyor muydun? Yoksa sen de yalnız mıydın önceleri..


Uzakta bir ada var. Bu da kopan bir bağlantısıdır doğanın. Her tavlada bir acemi şansı gizleniyor olsa gerek, o da galibiyetidir usta olanın. Varsın üşüsün yalnızlığın garson bey, elin korkak alışmasın; koy bir kadeh daha. Ada biraz daha yakına gelsin, bir kapı daha alalım şu oyunda.


Aslen, bir tek yalnızlığını çizemez insan. Bir gün birisi çıkıp da karşısına, örtünce o yalnızlığın üstünü, üşümez olur birden; başka türlü hikayeler anlatmaya başlar sevdiği garsonuna bu meyhanenin. İşte o zaman sevdiği adalara gidesi olur, tavlalarda kapılar alası..
Güneşler doğar, denizler küser. Rakılarsa sezer bu aşkı..
Ve birisi çıkar sorar; neden bu kadar mutlusun? Bu, cevaplanamayacak bir sorudur.


Çünkü uzakta küçük bir ada vardır. Ve bu, kopan bir bağlantısıdır doğanın, bu bir acemi şansıdır."

12 Mart 2012 Pazartesi

bizim oralar derken..?

seneleeeer önce
çok gürültülü bir öğle yemeğinden başım zonklayarak kalkıp real e alıverişe gitmiştim..
düşünün o zamanlar 25 lerimdeyim :)
et reyonundayım
akşam bi iki arkadaşım gelicek kolayından et yapıyım dedim
bonfileleri alıyorum
adam "nerelisiniz" dedi
zaten kafam bi dünya olmuş gürültüden, dünyayla iletişimimi minimum seviyeye çekmeye çabalıyorum..
anlamsız bi ifadeyle adama bakmaya devam ettim
durumun garipliğini bozmak için bi noktada ben sormadan bi açıklama yapacağına güveniyodum
yaptı 1-2 saniye sonra
"yani bizim oranın insanına benziyosunuz da" dedi..
bi anda garip karikatürlere layık bi surat ifadesiyle adama "bizim oralar derken...?" demiş bulundum..
utancımdan bi anda kendime gelip bu sefer de adama ekstra ilgili davranmaya başladım ya neyse..
"... derken..?" kalıbı hayatıma da böyle girmiş oldu zaten..

neyse adam rize'liymiş..
?
benziyo muyum?
bilmiyorum, karadenizli diyince tip olarak bi burun aklıma geliyo ama öyle bi burnum da yok..

tipim benzer mi bilemiyorum ama bugün öğrendimki adım biraz alakalıymış oralarla..
ordu-giresun ağzında sınır demekmişmişmiş..
rize de oralardan saylanır mı dersiniz?

6 Mart 2012 Salı

antifirizli camsuyu donar mı? donaaar..

kar yağışı biraz duruldu ankarada..
ama soğuklar bi türlü geçmiyo
geçen haftaki kar bombasında "antifiriz" li camsuyum dondu!!!
işin kötüsü henüz daha çözülemedi de!!
ben de sabahları yağan karı temizlerken kaput kağağı üzerindekileri hiiiiç ellemiyorum ki araba giderken arada bir kaput kapağından kar parçaları cama çarpıp silecek suyu etkisi yapıyor..
yoksa çok çamur sıçratan bi araba veya kamyonun arkasına geçip beklemem gerekiyo ki bu çok sıkıcı bi süreç..

29 Şubat 2012 Çarşamba

ankara'nın karla mücadelesi..

önce..

kar küreme aracı geçer..

sonra..


düşünce güzel
çaba takdire değer
ama netice alamadık..

15 Şubat 2012 Çarşamba

Ben 3 sene önce ne demişim..

"İlkokuldaki çocuklara zihni sınırlandırmayı amaçlayan din yerine, elementary filozofi dersi verseler, hayatta herşeyin sorgulanabilir olduğu ve herkesin kendi sorgulamak istediği şeyin peşinden gitmesi fikrini vermeye gayret etseler çok daha sağlıklı ve zeki toplumlar yetişiceğinden hiç şüphem yok."

10 Şubat 2012 Cuma

keep walking..

Ankara bu sene gerçekten de en soğuk kışlarından birini yaşıyor. Ankara'nın kışını severim, karını severim..  ama bu kadarını uzun zamandır ben de görmemiştim..
göller donmuş,
araba termometreleri -18 leri gösteriyor,
aralıksız yağan ince ince kar,
iptal olan toplu taşıma..
ve ben yine yürüyerek yollarda..

berelerin, kar botlarının, yün kazakların, kalın kabanların ve eldivenlerin anlam kazandığı yerdeyim..


Mogan Gölü

 ister üstünde, ister kenarında yürü..

6 Şubat 2012 Pazartesi

demişimki..

Şöyle demişim bigün:

Dedi ki:

"Sana saati söyleyen şu duvardaki saat bile sen onu kurmadıkça sana saati söyleyemiyor."

Dedim:

"Kursam bile bi süre sonra söyleyemiyor.."

Ama yine de bakınca beni mutlu ediyor.. Hayat ona yüklediğimiz anlamdan ibaret..
 
Güzel demişim bence..

moda, yaş, yaşlanmak derken..

Artık insanlar yaşımı sorduğunda 30 diyorum, daha bir-iki ay olmasına rağmen 30'a. sevdim ben 30'u ama..

Küçüklüğümden beri yaşımdan şikayet etmemeye kendi kendime söz vermişimdir. şu ana kadar da hiç etmedim, bundan sonra da etmem umarım.

Ama sen ne kadar şikayet etmesen de, zamanın aktığını hissetmesen de bazı anlar oluyorki yaşların ilerlediği sana hatırlatılıyor.

Benim için yaşının ilerlediğini gösteren tek kriter internette doğum yılını girdiğin scroll bar'da kendi doğum yılını scroll etmeden bulamyor olmandı.

Bugün yeni bir kriter eklendi.. Modaya konu olan objeler öyle ya da böyle bir döngü içinde tekrar piyasaya çıkar, herkeste bunu bilir ama kendi hayatında bir şey ikinci kere karşına çıkıyorsa o zaman iki kere düşünmek lazım.. yaşın ilerliyor..

Eskiden taytların moda olduğunu, altına çizme giydiğimiz zamanları hatırlıyorum..
Bugün, okula döndüğüm bu ilk gün çok net farkettimki: TAYT YİNE MODA..

16 Ocak 2012 Pazartesi

bir ödül daha sahibini buldu..

En sevdiğim ödül töreni açık ara Altın Portakal Ödülleriydi ama onun da heykelciğini değiştirdiler bütün tadı kaçtı..
Yoksa kim unutabilir Nurgül Yeşilçayın ödülü tuttuğu anı..

Neyse.. güzel günlerdi..

Geçen geceki Golden Globe ödül töreninde Meltem Cumbul çıkıp törende bulunmaktan dolayı hissettiklerini dile getirip inmiş.
Nedenini, Nasılını pek sorgulamadım ama Radikal deki haberi okurken bir an zaytung haberi okuduğumdan  şüphelendim.

Haberi aynen aktarıyorum:
"...Los Angeles Times gazetesinin Altın Küre gecesini değerlendirdiği haberinde, Meltem Cumbul'un sahneye çıkışını "Gece pek az kişinin adını duyduğu Türk aktris Meltem Cumbul'un sahneye çıkmasıyla tuhaf bir viraj aldı. Cumbul, Türkiye'de pek çok filmde rol aldı ve reyting rekortmeni Yılan Hikayesi adlı diziyle tanınıyor. Yine de Altın Küre'de ne işi olduğunu pek anlayamadık ama en azından artık kim olduğunu biliyoruz" sözleriyle değerlendirdi..."