28 Aralık 2009 Pazartesi

Pazar günü sendromu

Pazar günü sendromu olan birçok kişi ile yaptığım görüşmeler sonrası tespitimi açıklıyorum:

Evlerinde "Bizimkiler" izleme rutini olan ailelerde "Pazar günü sendromu" olma olasılığı oldukça yüksek.

Babamın evde Türk filmi ve dizi yasağı sayesinde pazar günlerine yaklaşımım "oley hala tatil" olmuştur..

24 Aralık 2009 Perşembe

Geçenlerde işten çıktım, eve gittim..
Kapıyı açıp eve bi girdim, ev sıcacık, ışıklar yanıyor, içeriden Rat Pack çalıyor..

Evde beni bekleyen biri olmasının sıcaklığını hissettim içimde ve bir an için özledim..

İşin aslı?

sabah evden çıkarken elektrikler kesilmişti ışıkların açıklaması o. İpod'a gelince.. o bi haftadır öylece duruyodu, canı çalmak çalışmak istemiş belli ki. Teknolojinin işine karışmıyorum artık..

come on everybody halaya..

Nihat Doğan rapçi olmuş!

14 Aralık 2009 Pazartesi

Ne tür müzik dinlersin?

Her soruya verilcek bi cevabım var galiba..

Ama bu soru..

Bu soru sorulduğunda boğazım düğümleniyor, kelimeler birikiyor ve ben tıkanıyorum.

Neden allahım neden? Bu kadar basit bir soru. Bu kadar sıradan bir cevap için. Neden?

gece

Şu son bir haftamı biraz sokaklarda geçirdim, konserler vs.

Konsere gitmeyi ne kadar sevsem de ordaki tanımadığım insanlarla ortak noktam olması durumu içten içe hep rahatsız eder beni. Etrafıma pek bakmadan eğlenirim o yüzden de..

Ben yine bakmıyodum, ama gördüklerimiz bu nasıl bi yaşam bu nasıl bi zaman kıvamında, kim kiminle bi saniye ben anlamadım dedirten ilişkiler yumağıydı..

Tartaglia Berlusconi'yi "biraz" tartaklamış..

9 Aralık 2009 Çarşamba

Merak ediyorum..

Bir blogum var. Hasbel kader yurtdışından okunmuşluğu da var..
Sorularım:
1)Buralarda temsilcilik açmalı mıyım?
2)Vergi vermeli miyim?

Teşekkürler
Rumuz mısır.

http://www.ntv.com.tr/id/25029693/

7 Aralık 2009 Pazartesi

Soda soda sonunda hastanelik oldular..

Depozito kavramı her geçen gün kafamda biraz daha sevimsizleşiyor..

"Adanalı" kelimesi cümle içinde ne zaman geçse, How I Met Your Mother'daki Captain ve Colonel'da olduğu gibi içimden "Adanalı G... Badanalı" derim. Tanıdığım Adanalılarla ilgisi yok aslında sadece engel olunmaz bir şekilde demeden duramıyorum. Bu haberden sonra mide bulantısı, acıma ve başkası adına duyulan utanç ile karışık "Adanalı G... Badanalı" sesi eşliğinde "Adanalı G... Sodalı" görüntüsünün film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmesinden korkuyorum.
"Her şey M.B'nin, cinsel ilişkiye girdiği eşinden balkondaki boş soda şişelerinden birini getirip makatına sokmasını istemesiyle başladı. Bunun üzerine A.B. eşinin isteğini kıramadı ve balkondan getirdiği 16 cm'lik soda şişesini kocasının makatına soktu. İşte o an fantezi, eziyete dönüştü. Çünkü soda şişesi M.B'nin makatında sıkıştı ve eşi A.B. şişeyi bir türlü çıkaramadı. Bu durum A.B'ye fenalaşan eşi M.B'yi hastaneye kaldırmaktan başka çare bırakmadı..."

23 Kasım 2009 Pazartesi

Ucuz Bilet Heba Olmasın diye az daha Canından Olmak

Yazın aldığım ucuz bilet heba olmasın diye bu haftasonu mecburi ziyaretçi statüsünde Ankara'daydım. Yine her zamanki iş çıkışı Sabiha Gökçen güzergahını kullanarak önce vapurla Kadıköy ordan da otobüsle havaalanı yaptım. (İki gün sonra arabayla gitmediğime ne kadar sevinceğimden haberim yoktu henüz o zaman). Otobüsten ilk indiğimde "ulen yanlış mı geldim, Sabiha yerine Yeşilköy'e mi geldim" dedim. Yeni terminal bitmiş, şık da olmuş. Terminal yeni ama yine de uçağa otobüsle gidiyoruz:). Yeni olmanın gazabı: herşey aksıyor. Neyse, zaten ucu ucuna yetişmiş olduğum için rötarı sorun olarak algılamaktansa keyfini sürdüm diyebilirim. Cumartesi desen ne tv ne gazete. Dünyadan haberim yok. Evdeki konuşmalar ve onların 'kifayet-i müzakere takrir'leri dışında pek bi hareket yok. Absolute ignorance..

Pazar günü evden tam çıkarken bi mesaj geldi. Pegasus'tan 20:40 daki uçağın 22:10'a ertelendiğini söylüyolar. Biz de GS-Manisa maçına biraz bakmış olduk böylece.

Esenboğa'ya gittiğimde uçak önce 23:00'e ertelendi. Sonra 23:30'da kalktı.

İstanbul'a geldiğimizde havada bayaa bi süre asılı kaldıktan sonra alçaldık, olmadı tekrar motoru kökledi pilot. Sonra da bir anons: "Pas geçtik, sıramızı aldık, bir kere daha denicez, olmadı Yeşilköy'e inicez."

Anonstan sonra mırıltılar arttı uçakta birçoğu da okunan dualardı sanırım.

Ben de ise kontrolüm dışında olan olayları doğru tayin edebilme özelliğim sebebiyle fazla bir rahatlık hasıl oldu. Omzumla çenem arasına sıkıştırdığım ceketimi biraz daha kabartıp, popomu bir de öbür tarafa devirip uykuma devam ettim.

Pilot 2. pastan sonra "sayın yolcular inişimizi Yeşilköy'e gerçekleştiricez" dediğinde yine farklı uğultular, heyecanlar yükseldi. Ben? "Hımm divert ediyoruz yani" demenin, bu terimi cümle içinde kullanmanın heyecanını yaşıyordum.

Neticede yaşadığım tatlı heyecanlar ve rahatsız edici sakinliklerle saat 02:45'ta evdeydim..

Ne mi yaptım?
Yıllar süren bekleyişin ardından sonunda bir dal veren orkidemi suladım :)

12 Kasım 2009 Perşembe

Haydi Tüm Heidi'ler Okula..

Baba Beni Okula Gönder kampanyasının yeni reklam filminde çocukluğumun al yanaklı karakteri, okumayı öğrenmeden çizgi kitaplarını ezberlediğim, pazar günlerimin vazgeçilmezi Heidi var.

Reklam metni şöyle:
"Heidi yaz tatillerini büyükbabasının yanında geçirir. Yemyeşil kırlarda papatya toplamaya bayılır. Mis gibi kokan çiçekleri neşeyle büyükbabasına taşır. Heidi ve arkadaşı Peter keçilerle koşup oynarlar. Dağların tertemiz havası Heidi'nin iştahını açar. Dilara da gelince tamam, şindi evcilik zamanı.
Ne yazık ki, Türkiye'de ne Heidi'ler var, ne de onların pembe hikayeleri... Haydi okumayan kızımız kalmasın..."

Dinleyen herkesi eminim etkilemiştir bu reklam, belki gözleri de dolmuştur izleyenlerin. Ve ne güzel yapmışlar demişlerdir belki tıpkı benim gibi. Peki bunu takip eden saniyede "bi dakika Heidi'nin hayatı da toz pembe diildi ki.." demiş miydiniz?

Eminim Heidi'nin yaratıcısı Johanna Spyri'nin kemikleri biraz sızlamış ama reklam filminin niyetinden dolayı da fazla abartmamıştır..

Heidi'yi reklamlarında kullanan ama reklamı yapmadan önce en azından google'da bir arama bile yapmayan reklam şirketine birkaç lafım olacak:

Heidi kimsesizdir, teyzesi tarafından bakılmaktadır. Gün gelir teyzesi Heidi'yi aksi dedesinin yanına bırakır. Yani yazları dedesinin yanındavakit geçirmeye bayılır pek de denemez. Dedesi aksidir ama iyi yüreklidir, daha sonraları iyi anlaşırlar orası ayrı. Yokluk içinde yaşarlar, en yakın arkadaşı evet Peter'dır. Ve evet Peter ve Heidi keçilerle vakit geçirmekten hoşlanırlar. Aslında belki Heidi keçilerle, Peter da Heidi ile vakit geçirmekten daha çok hoşlanır, bu benim yorumum. Ama gerçek şu ki, Peter çobandır, kör olan annanesine bakmak için yapmak zorunda olduğu iştir bu. Heidi okula gidebilmek için kar ayaklıklarıyla kilometrelerce yol yürür her gün. Evleri kar altında kalır günlerce. Öyle ki, dışarı çıkamadıkları için aç kaldıkları olur. Daha sonraları teyzesi Heidi'yi alır çalıştığı yere götürür. Burada en yakın arkadaşı oraya gelme sebebi olan Clara'dır. Clara engellidir, hatırlayamıyorum şu an ama onun da annesi ölmüştür, babası da pek ortalıklarda yoktur. Evin bir kahyası vardır: Bayan Rottenmeier. Ki hayatım boyunca nemrut sert insanları tanımlamak için kullandığım deyim hala "Bayan Rottenmeier"dır. Yalnız Heidi'nin sara hastalığı vardır, annesinden geçen. Bu yüzden dağlara geri gönderirler Heidi'yi. Heidi ile Clara yazışmaya devam ederler. Tabi Clara dağlara Heidi'yi ziyarete geldiğinde tekerlekli sandalyenin müsaade ettiği yerlerde gezer, hoşça vakit geçirirler.

Anlıcağınız Heidi bizim tabirimizle hayatın sillesini çoktan yemiştir. Ama o en kötü durumda bile yüzünden gülümsemesini eksik etmemiş, herkese iyi niyetle ve sevgiyle yaklaşmıştır. Clara'nın yanına gönderildiği kısa zamanda şanslıdır ki okuma yazma öğrenmiştir. Heidi hayata isyan etmezve onu güzellikleriyle görür, ve belki de hayatını bu güzelliklerle de şekillendiri. Hikayeleri toz pembe diildir aslında ama o onları öyle görmek konusunda o kadar isteklidir ki, İlgili Reklam Ajansı çalışanlarının aklında da öyle kalmışlardır. Aslında Türkiye'de birçok Heidi vardır. Ve bu kampanya onları okutmayı amaçlamaktadır..

Reklam Ajansı çalışanlarına küçük bir not daha: Zengin bir sofrada olduğunu hayal eden kibritçi kız aslında sokakta, soğukta yatıyordur. Hayalin inandırıcılığı hikayeyi değiştirmiyor..

Bu arada kampanyaya yardım etmek isteyenler için:

http://www.bababeniokulagönder.org/
veya
http://www.bbog.org/

10 Kasım 2009 Salı

RTÜK'ten yeni açılımlar..

En son sevişme açılımıyla yer verdiğimiz RTÜK yeni açılımlarla tekrar hayatımızda..
Son hazırladıkları düzenleme kabul edilirse uygulanacak kısıtlamalar şöyleymiş:

--TV programlarında kadehler buzlanacak.
Artık şarap kadehinde meyve suyu devri kapanıyor.

--İskambil, okey ve benzeri kumar oyunlarını özendirici programlar yayınlanamayacak.
Eurosport'taki poker ve bilardo turnuvalarına da her an sansür gelebilir.
Ocean's Eleven'ın devam filmlerini satın alan kanalların elinde patladı filmler..

--Fal veya batıl inançlar yoluyla istismar içeren programlar yayınlanamayacak.
5. boyut/gerçek kesit bayaa bi sansür yiceğe benzer..

--Irk, dil, din, cinsiyet, siyasi ve felsefi düşünce, mezhep ve benzeri nedenlerle ayrımcılık yapan programlara yasak.
Benim bildiğim bunlar zaten suç unsuru.

--Bireyleri aşağılayan programlara yasak.
Okan Bayülgen yüyoyu önceden almış heralde ki program formatını bu sene değiştirdi..

--Yüz kızartıcı suçlardan hüküm giyen kişiler haber bülteni ve güncel programlar sunamazlar.
Ali Kırca hüküm giymedi gerçi ama bayaa bi yüzü kızarmıştır heralde. Bu arada demode programlar için bir kısıt koymamışlar..

7 Kasım 2009 Cumartesi

sonunda ev..

akşam yemeği olarak biraz boğaz, biraz şarap, biraz çuku çuku
e biraz da yalnızlık..

bakalım keyfim o kadar iyi ki bakarsınız yarın sabah koşuya bile giderim:)

4 Kasım 2009 Çarşamba

Ne gribi bu? bi karar verin..

Domuz gribi tamam, H1N1 de tamam

Ama bu gaztelerde yazan A gribi de neyin nesi? nerden çıktı? Tamam virüs kendini değiştiriyor, yeniliyor. Artık DNA sını mı RNA sını mı nesini değiştiriyorsa artık.
Ama adını da mı değiştiriyor??



2 Kasım 2009 Pazartesi

Neye borçluyum bilinmez ama hoşgeldin saçlarımdaki beyazlar ve unutulmaya yüz tutmuş sıkıntılar..

30 Ekim 2009 Cuma

29 ekim, Yüksel Arslan, Santralİstanbul



Cumhuriyet bayramını fırsat bilip bi santralistanbul yapalım dedik yine ailece..



Hepimizin aklından geçen aynı şey (pizza ve soğuk bir bira) olsa da biraz görgümüz artsın diye girdik sergiye.. Yüksel Arslan Retrospektifi

Yüksel Arslan ile ilk tanışmamdı. Sadece sanat yaşamı ve eserlerinden ibaret diildi sergi, doğumuyla başlıyordu ve anlatım kendi dilindendi. Hayatını, etkilendiklerini, yaptıklarını, okuduklarını ve eserlerini bu kadar net sıralayabilmesi etkiledi beni..

Eserleri değişikti, bunlar nedir diye biri bana sorsaydı, biraz resim biraz fotoğraf, biraz da karikatür derdim. Öğrendim ki adı "arture"müş. Döndüm Ayşe'ye cahilliğimle varım dedim, arture'ü hiç duymamıştım.
55 senelik sanat yaşamının geneline bakıldığında daha çok insan ve onun aklındakilere kafa yormuş denebilir. Nedir insanın aklındakiler? Cinsellik, histeri, paranoya. Bir de kafa yormayı hayat edinmiş insanlara, Nietzsche, Marx, Lenin, Michaux, A.Jarry..

Sadece içinden geleni kağıda dökmek diildi bunlar. Neyi, niye kağıda döktüğünün/resmettiğinin farkındalığı vardı eserlerde. Basitti. Hepsi bir dönemi, bir konuyu veya olguyu anlatıyordu Yüksel Arslan'ın gözünden..

(yukarıda: yan gelip yatan, başkalarının hayatı onun oyun alanı olan bir kapitalist. aşağıda: lütfen forklift'e dikkat..)

Vaktiniz olursa bu sergiyi gezin derim, eserleri takdir etmekten öte hayatınızı nasıl yaşamak istediğinizle ilgili sorgulamalar da yapabilirsiniz..

Ve belki Efe gibi minik arkadaşlarla da karşılaşabilirsiniz:)


Ve yine bir klasik, ama bu sefer Efe'yle.. Enerji Müzesi

29 Ekim 2009 Perşembe

22 Ekim 2009 Perşembe

Bi'yaşıma daha girdim..

bu laf hep komiğime gitmiştir, hep bi dedikodu havası sezdiğim için de hep o tonda söylemişimdir, ama aslında öyle diil, bunca zaman bu lafa haksızlık etmişim. burdaki yaştan kasıt "3 yaşındayım" "5'ime bastım" daki yaş diil, "decade" ve hatta "age" anlamında!!

peki ben niye bi yaşıma daha girdim?

yıllardır kulaklık ya da headphone olarak bildiğim aparatı taktığım kulaklık yerinden çıkarıp yandaki mikrophone yerine takarsam, mikrofon olurmuş!!! hayat..

19 Ekim 2009 Pazartesi

bir bilmecem var çocuklar..

pasaportla gitmiyorsun, nüfus cüzdani yeterli ama çıkışını dış hatlardan yapıyorsun.
para birimi türk lirası, hizmet veren firmalar türkiyedekiler, ama roaming ödüyorsun.
bilin bakalım neresi burası?

18 Ekim 2009 Pazar

Altın Portakal

bir altın portakal ödül töreni daha geldi geçti. peki geçen senelerden farklı olan neydi? tabi ki de en büyük fark nurgül yeşilçay'ın isyan eden ödül adaylığından jüri üyeliğine yükselişiydi.

başka? ödül'ün adı aynı olsa da kendisi değişmişti!!

eski ödül hakkındaki fikirlerim için her zaman http://skollu.blogspot.com/2008/10/altn-portakal.html adresine başvurabilirsin. eğer bu ödül sadık kalsalardı bu seneki yaşam boyu başarı ödülüne şahin ka'yı önericektim şahsen.

ama ödül değişikliği için de bazı önerilerim vardı
örneğin;
eski ve yeni arasındaki farkı sen de görmek istersen:

9 Ekim 2009 Cuma

Nobel Popülerlik Ödülü

Nobel BarışÖdülü bu sene Obama'ya verilmiş.

Gerekçe:
"Obama, uluslararası politikada yeni bir iklim yarattı. BM ve diğer uluslarası kurumların da rol alabileceği çok taraflı diplomasi, merkezi pozisyonunu tekrar kazandı."
Norveç Nobel Komitesi demiş ki:
"çok az insan Obama kadar dünyanın ilgisini çekebilmiştir"
"ABD Başkanı halkına daha iyi bir gelecek için umut vaat ettimiştir"
"Obama'nın uyguladığı diplomasi, "dünyayı yönetenler, bunu dünya halklarının çoğunluğu tarafından paylaşılan değerler temelinde yapmalıdır" görüşüyle şekillenmiştir"

Benim önerim:
Bundan böyle Norvaç Nobel Komitesi Google ile bir anlaşma yapsın. O yıl içinde arama motorunda en çok aranan insanı google açıklasın, Komite de ödülü versin.
Olur mu? Bence olur.

Selam olsun Yaser Arafat'a, İshak Rabin'e..

1 Ekim 2009 Perşembe

Tour Eiffel


Hermaphrodite

Hermafrodit, Hermes ile Afrodit'in çocuğu:

Bu heykel Borghese koleksiyonundan..

Yani güzel değil diyemiycem tabiki de ama daha güzelini görmek istiyosanız:
Hermafrodit Borghese'nin koleksiyonundan Fransa'ya getirildikten sonra Borghese boşalan yere karısının kadife yatakta, üzerinde tül örtüyle bir heykelini yaptırıp koymuş. Roma'da Villa Borghese'de onu görmenizi öneririm..

Louvre

Louvre çok güzeldi bütün bir günü ayırdım, ilginin yanında bir de bilgisi olan için bir sene de yetmeyebilir..

Dediğim gibi pek bilgili olduğumu iddia edemicem ama bu tablonun romantizm değil, oryantalizm akımını yansıttığını biliyorum, inanıyorum, dediklerimin de arkasındayım. Louvre hata yaptın. Romantizm odasında bu ne oryantallik..


28 Eylül 2009 Pazartesi

Bülent Kaptan..

Bülent'ciğim Bakü takımıyla anlaşmış. Bakü en son Karabakh'a 1-0 yenilmiş.

Umarım Bülent'imin bahtı burda kara olmaz..

Bu arada en son ablamlar feribotle istanbul'a dönerken Bursa taraflarından, feribotta Bülent Kaptan'a rastlıyorlar. Beşiktaşlı bir aile bizimkiler, buna rağmen seviyorlar Bülent'i. Tost sırasında başka bir adam Bülent'le merabalaşıyor, çocuğuna da "Bak oğlum, tanıdın mı Kaptanı diyor" çocuktan cevap: "aa bu geminin kaptanı siz misiniz?"

Ah tabi tahmin edersiniz ki Bülent o güzel kahkahasını patlatıvermiş..

Gossip Girl

Beni güldürenler belki sizi de güldürürler köşesinde bugün: Gossip Girl

http://www.ntvmsnbc.com/id/25004296/ adresinde "İlk yarayı Cimbom aldı: 1-1" başlıklı haberi okurken gözüm sayfanın sağındaki reklama takıldı.

Önce sarışın çocuğun (blair'ın eski manitası) resmi çıktı altta "AVCI" yazıyor.
Sonra sarışın kız (Serena'ydı yamulmuyorsam). Onun altında da "İKONCAN" yazıyor.
Derken Blair; "ÇAKMA" yazılı..
En sonunda da Serena'nınki çıktı (Nate??). Peki ne yazmışlar: "EZİK"

Ay çok güldüm. İkoncan tebessüm ettirdi, çakma da güldüm ama ezik out loud güldürdü :) Ayıptır, yazıktır be bu gencin de bi anası babası ailesi var..

Pek sıkı bir gossip girl takipçisi olmasam da izlediğim bi iki bölümden çıkarttıklarım:
Sarışın çocuk: Ezilen (ezik dicek kadar aşağılamıyorum dikkat ederseniz. Yalnızca eziliyor. Babasının anasının bazen de sevgilisinin yaptıklarının altında)
Sarışın: Çekici (ikonalığını görmedim ama)
Blair: Witch
Nate: Valla Serena karşı koyamıyordu, böyle ezilme dostlar başına..

11 Eylül 2009 Cuma

benetton metrocity tel

benetton metrocity telefonu: (212) 344 16 91
internette yazılı olan (22 ile biten) numarayı artık aramayın, adamın birinin eviymiş..
bu da benden bi jest olsun hindu/paki arkadaşa..

now there is at least one entry on internet that leads people to other than your phone number, you're wellcome..

10 Eylül 2009 Perşembe

What triggered minimalizm in the context of decoration?

Cevabı kolay gençler: toz almanın dayanılmaz sıkıcılığı ve anlamsızlığı. Küçük küçük hareketlerle, rafta duran her bir kitabı ya da herhangi başka bir nesneyi teker teker kaldırıp altının tozunu alarak (nesnelerin üzerindeki tozlar da cabası) saatlerin geçebilir, sanki dünyayı kurtarırcasına..

Daha sonra "tamam eşyaları azalttık, oyma kakmayı kaldırdık, küçük objeleri azalttık, şindi de bunu daha göze hitap eder hale getirelim" demiş abiler..

..ve ne yalan söyliyim, iyi etmişler.

8 Eylül 2009 Salı

Google maps

Bir Google ürünü olan google maps neden diğer ürünlerle birlikte gmail account'umun sol üstünde yer almıyor?

Yer alanlar sırasıyla (soldan sağa): takvim, dokümanlar, fotoğraflar, reader, sites, web, diğer.
Ben de diğer'i tıklıyorum tabi.. görseller, haberler, gruplar, bloglar, çeviri, daha fazlası.


Daha fazlası' nı tıklayınca..

Okuyabiliyorsanız eğer göreceksiniz ki google maps burada da yok.
Sormak istiyorum google maps neden üvey evlat muamelesi görüyor?

3 Eylül 2009 Perşembe

RTÜK'ün Sevişme Açılımı

Önceleri "sevişin ama çok ateşli sevişmeyin" idi.
Şindi, "sevişin ama göstermeyin"..

Fikir Güzel

Bu sabah beni güldüren belki bigün sizi de güldürür..


20 Ağustos 2009 Perşembe

Bodrum

SodaAyran
Körfez
Penguen
Şirin döner
Adamik
Midye dolma
Aktur
Sahilde uyku
Zeki Müren (artık zeki yerini cemil ipekçi ve nişanlısı bekir e bıraktı..)

İşin en komiği Hüseyin'in bu ritüelin çok büyük bir kısmını bodruma ayak bastığı gece 01:30 ile 07:30 arasında tamamlamış olması. Cemil de dahil buna :)

Gerçek bir Angaralı

Bugün itibarıyle gerçek bir angaralı olduğumu kendime ispatladım.
Adres çubuğuna markafoni yazacağıma, margafoni yazdım..
Baktım baktım, bi terslik var diyorum ama ne?
G ve K harflerinin klavyede komşu harfler olmadığına dikkat çekerim.
Tek makul açıklama: içimdeki ankaralı.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Ayarsız Enerji Atatürk Havalimanı

Aşırı yoğunluk yaşayan Atatürk Havalimanı adeta bir enerji patlaması yaşıyor. İstanbul'daki yoğunluk nedeniyle Ankara'dan dönüşte önce 40 dakika rötarla uçağa alındık. Daha sonra bir o kadar da uçağın içinde bekledikten sonra uçuş saati 22:00 olan seferle 00:30 da İstanbul a vardık bi 5-10 dakika da alanın içinde uçakla gezindikten sonra otobüse binip havalimanının içine girip valizlerimize ulaşabildik.

Aklınız varsa Sabiha Gökçen'i kullanın derim çünkü Atatürk Havalimanı günlük kapasitesinin %30 u kadar overload çalışıyormuş.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Hükmedemeyeceğin şeyi yaratma.

Ulen ben mi yarattım, bana mı sordunuz yaratırken??
Ben parasını verdim satın aldım.
Paranla rezil olmak bu olsa gerek!

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Teknoloji Bana Karşı

Bütün bunların tek bir insanın başına gelme olasılığı nedir? Daha da önemlisi, bütün bunların "benim" başıma gelme olasılığı nedir?
Önceleri kend kişisel laptop ım bazı zorluklar yaşamaya başladı, e ömrü doldu, eceli geldi bi formatlamak lazım dedim. Buraya kadar herşey normaldi.
Kısa bi süre önce cep telefonum kendi kafasına göre pilini doldurup boşaltmaya başladı. Telefonda konuşurken birden şarjı bitiyor, kapanıyor. Yarım saat sonra tekrar açıyorum, 2 gün dayanıyor. Bunlar yetmezmiş gibi, gelen arama melodilerini kendi kafasına göre değiştirmeye başladı. Ben bunlarla uğraşırken iş laptop ım da wallpaper larımı beğenmemeye başladı, kendisi değiştiriyor. Bunlar yetmezmiş gibi itunes um aylar önce bir kere indirmiş olduğum modern sabahlar podcast ini kendiliğinden update etmeye başladı. Her syncronize ettiğimde ipod uma yüklenen podcast'ler ipod hold dayken kendiliğinden çalmaya başlıyor, ne zaman bi müzik dinlemek için ipodumu çıkarsam bangır bangır modern sabahlar bütün şarjımı yemiş bitirmiş oluyor. Pazar günü yine aynı durumda bastım ipod u. Güzelce şarj olsun diye mutfak tezgahının üzerindeki rafta duran logitech e yerleştirdim ve bir süre sonra da evden çıktım. Bomba şindi geliyor.. Wait for it...
Pazartesi eve bir girdim, logitech ve ipod mutfak lavabosunun içinde ve ipod ufak bir yüzme çalışması içinde. Napalım olan olmuş, güzelce kuruladım, şindi ise ebedi olmamasını temenni ettiğim istirahati için onu yalnız bıraktım.
Tamam olan olmuş da, bu nasıl olmuş olabilir?? Benim aklıma 3 alternatif geliyor..
1- Deprem olmuş olabilir.
Rasathane kayıtlarına baktım Denizli'deki deprem benim evi sallamamıştır heralde. Ayrıca rafta herhangi başka bişey yerinden oynamamış!
2- Eve biri girmiş olabilir.
Giren kişi eve girip sadece ipod u düşürüp çıkmış olmalı çünkü başka hiçbir şeyde bir değişiklik yok.
3- Evimde cinler olabilir.
En muhtemel seçenek bu gibi görünüyor..
Ve son nokta: Bugün sabah rüyamda eve giriyordum ve bakıyordum ki dvd player'ım yerinde yoktu.(?) Adeta Terminator Last Stand i kendim yazıp kendim oynuyorum.

Geçmişinden Utanan Cincotti

Robin Scherbatsky'nin "Let's go to the mall, today" çıkarmasından beri alışveriş merkezleri böyle konser görmedi.

Peter Cincotti'nin İstanbul Caz Festivali kapsamında verdiği konser için dün akşam İstinye Park'taydım. Mekan alışveriş merkezi olmasına rağmen gayet güzeldi. Bunaltmayan bir yaz akşamında, bir Avrupa şehrinde downtown daki square lerden birinde verilen konserleri andırıyordu.

Müzikal anlamda daha bir Sinatra beklerken, biraz caz biraz rock alternatif buldum genci.

Konser çıkışı Peter akülü arabasıyla imza standının başına geçti. Gördüğüm o ki, hatırı sayılır bir genç kız hayran kitlesine sahip. Neyse genç kızlar kikirderken sıra bize geldi. Ve gecenin en merak edilen sorusunu Peter'ın ta kendisine yönelttim.

Sırma: Peter tamam kız seni sahnede Sinkotti diye tanıttı ama sen kendine ne diyorsun? Sinkotti mi, Çincotti mi?
Peter: Aslen ailem İtalya'dan, ama ben kendime Sinkotti diyorum.
Sırma: Hemşerim memleket nire sen ondan haber ver, bak italya diyosun, soyad da italyanca.
Peter: Yok ben New York'tan geliyorum. Ailem Çinkotti diyor ama ben Sinkotti diyorum.
Fazla deşmek istemedim, belki de alışverş merkezindeki konserlerinde Sinkotti'yi kullanıyor da olabilir, kim bilir.. Bu numarayı Robin de Sparkles soyadını kullanarak yapmıştı;)

Yavrum dedim Peter sana iki çift lafım var. Hayatta iki şeyden kaçınıcan: biri geçmişinden utanmıcan diğeri ise soğuk taşa oturmıcan..




14 Temmuz 2009 Salı

PUBLIC ENEMIES

Dün akşam Public Enemies filmine gittim, John Dillinger'la tanıştım.
Genel olarak sessizliği yakalayıp o sessizliği delen silah sesleri hakimdi filme.
Bonnie and Clyde'ı her izlediğimde hissettiğim üzüntüyü bu filmde de hissettim. Sanırım gerçek hayatla tamamen fictive hollywood filmleri arasındaki farkı da bu yaratıyor.
Üzüldüm falan ama bir yandan da bir taşla iki kuş vurmuş olmamın, tek bir filmle hem Johnny Depp'i hem de Christian Bale'i izlemiş olmanın verdiği tatlı huzurla uyudum akşam.

Ufak bir not, yapımcı John Dillenger rolünde Johnny Depp'i oynatarak maliyeti azaltmış, dönem kıyafeti aramak zorunda kalmamış. Johnny Depp'in özellikle gözlük ve şapkaları gerçek hayatta da sıkça kullandığı şeylerdi, bildiğin evden getirmiş. Seviyoruz seni Johnny..

Bir sonraki Batman'de yine birlikte oynayacaklarmış.. Ama please Batman'de hiç olmadı ev sahipliği hatırına Christian'ı daha karizmatik yapalım. Olsun dudakları fazla ince olabilir ama ona rağmen çok iyi.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Samantha..

"I don't believe in the republican party or the democratic party. I just believe in Parties"

Samantha Jones..

10 Temmuz 2009 Cuma

Tesla'nın anısına..

Google sağolsun, görgümüze görgü katıyor. Bugün Nicola Tesla'nın doğumgünüymüş.

Tesla hakkında yazılmış gerçekler dışında sanırım bazı efsaneler de var..

Bir deprem makinesi yaptığı söylenir. Yerküreye suni sancı gibi stres yükleyip biriken tension'ı büyümede salıvermeyi amaçlayana bir deprem makinesi. Ben inanıyorum. Bugün bile hala kullanıldığına dair dedikodular da var. Neden olmasın??

Benim teorim ise, "The Prestige" deki mad scientist Tesla, ya da en azından ondan esinlenilmiş.

Ama kendi değerlerimizi de unutmayalım. Bknz Erge dönergeci

26 Haziran 2009 Cuma

King of POP

Sahnede izlemeyi gerçekten çok isterdim. Planladığı gibi yapabilseydi ölmeden önce son bi turne, kesin giderdim..

Hangi sıfatı kullansam diye bayaa düşündüm, sanırım "enteresan".
Enteresandı ama değdi bence..

22 Haziran 2009 Pazartesi

"Çiçekleri Koparmayın" M.Kemal Atatürk

Mustafa Kemal "Şüphesiz ki Antalya Dünyanın en Güzel yeridir" demiş.

Her meslek grubu için üretilen alıntılara coğrafi yerler de dahil edilmiş son çıkan kararnameyle sanırım..

19 Haziran 2009 Cuma

Manhattan Artık Yokmuş

Tunali Hilmi'de trafigin tersine akmasi, Ankara'nin batti-çikti deryasi haline gelmesi, Akün Sinemasinin kapanmasi gibi, yeni bir dönem daha kapanmis Ankara'da biz farketmeden..

Persembeleri Manhattan'i severdik.

Arabamin bagajinda Manhattan kiyafetlerim dururdu (sigara yaniklarina, dökülen içkilere, yerdeki pislige ve dumana karsi dayanikli kotum ve spor ayakkabim)..

17 Haziran 2009 Çarşamba

Hatalıysam..

Sabah haberi okumuştum:
Kızın biri dövmeciye gitmiş.
Bütün yüzüne dağıtılmış 56 tane yıldızla çıkmış dövmeciden.

Kızın iddiası: "Sadece gözümün yanına 3 tane yıldız yapmasını istemiştim, bir şekilde uyumuşum, uyandığımda suratım yıldızla doluydu"

Dövmecinin iddiası: "Kız istedi bu dövmeleri yapmamı, ben de yaptım, babası ve erkek arkadaşının tepkisinden sonra inkar etti"

Olayın aslını elbette ben bilemem.

Yalnız anlamadığım bir nokta var.

Tamam bütün dövmecilerin tipi biraz gariptir ama el insaf!!

İstersen nokta dövme yaptırıcak ol ama yine de gidip bu tipe yaptırmazsın.

Hatalıysam, yorum yaz..

28 Mayıs 2009 Perşembe

WANTED_ Public House (PUB)

İtalya gezimden bahsedicem ama daha değil. Şu an için daha fazla öneme haiz bir konu var:

Ankaralılar, içimizdeki İrlandalılar, birşeyler değiştirmek, bir fark yaratmak isteyen İstanbullular ya da sadece bir fikri olan herkes.. Size soruyorum:

İstanbul'da Pub konseptini yaşayan ya da yaşatan bir yer var mıdır? Ankara'da daha hakim olan bu konsept ne yazıkki İstanbul'da pek tutmuyor sanırım, çünkü layıkıyle bir Pub'a henüz rastlayamadım.


Önerileri bekliyorum..

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Bir DM Geldi Geçti Peh Peh Peh

Eveet.. Bir maceranın daha sonuna geldik..
Depeche Mode geliyor dediler, yeni kasedini bulduk, sözlerini indirdik.
Konser setlistini edindik, çıkmayacak yerlere boş yere çalışmak olmazdı.

Sonuç: Dave cırcır, konser de iptal oldu.

Elde avuçta ne kaldı:

Yeni kasetlerini pek de beğenmedim. Konser yerine evde kendi tribute showumuzu yaparsak onları çalmayacağım.

Jezebel adlı şarkıyı gözlerinizi kapatıp dinlemenizi öneriyorum. Bakalım kim canlanıcak kafanızda diyor ve sizi yandaki anketimize yönlendiriyorum..

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Benzeşmeler II

Bildiğiniz gibi daha önceleri çok yerinde benzetmelere imza atmışlığım var.
Bob Marley- James Franco'ya bu sayfalarda da yer vermiştim.
Daha neler neleeer..
Fred Çakmaktaş'ı mı istersin, Lise döneminden desen gani.

En son bombam Seçkin'in gençiğini bugünde bulmamdı. Bu inanılması güç anı belgeledim, yoğun istek gelirse (ve tabi ki Seçkin izin verirse_genç versyonu adına da_) bu sayfalarda onu da yayınlamaktan gurur duyarım.

Şindi ise karşınızda Tom Waits- Vincent:


Karar sizin..

29 Nisan 2009 Çarşamba

Obama'ya İnanıyor musunuz?

Bugün Bilkent Üniversitesi'ndeki canlı bomba haberini duyunca hemen internetten haberi takip etmek için çeşitli sayfalara baktım.
Tam net hatırlayamasam da sanırım ntvmsnbc'nin sayfasıydı. Sağ üst köşede bir anket vardı:

Obama'ya inanıyor musunuz?

(1) Obama'ya neden inanıyım?
(2) Benim haberim olmayan bir tarikatı mı var Obama'nın?
(3) İnansam kaç yazar?

Ben ne Obama'lar gördüm inanmıyorlardı, ne inananlar gördüm aslında Obama değillerdi..

Sevgiler, Saygılar..

14 Nisan 2009 Salı

Yadırgamak mı..? yok artık

Bir CimBom-Fener maçı daha geçti gitti neyseki. Akıllarda kalan maçtan ziyade çıkan olaylar oldu demek bayağılığında bulunmak isterdim ama benim aklımda kalan ne maç ne de olaylar...

Yalnızca ve yalnızca demeçler.

Semih, Arda'yla olan ortaokul servis kavgalarını aratmayacak performansından sonra kameralar karşısına çıktı:
- Ben GS'li arkadaşların tavırlarını yadır.. yakış.. yadırgayamadım.

Hiç içinde olmak istemeyeceği durumun birden tam ortasında bulunca insan kendini, sinirleri kısa devre yapar bazen düşünemez diye düşünmek istiyorum. Diğer alternatif ise yadıramanın anlamını bilmiyor olması, ki bunu sağlıklı zihinlerden uzak tutmak istiyoruz!

For the advanced readers:

Yadırgamakmı.. ?.. Yok artık..

7 Nisan 2009 Salı

Büyük Düşün Sen Barack'sın

Obama İstanbul'da 24 saat bile kalmadı ama trafik sorununu çözüverdi.

Ne Marmaray, ne üçüncü köprü. Yok neymiş istanbula vizeyle girilicekmiş.. peh..

Bir sonraki yerel seçimlerde büyük düşünücem oyumu Obama'ya vericem!

O da bir zahmet Amerika'yı istanbul'dan yönetsin. -Bu durum Türkiye'nin herşeyini (devlet, sanayi, finans etc.) İstanbul'da konuşlandırmaya çalışanları biraz olsun tatmin eder heralde..-

Ben ayarlarım ona bi conf-call odası ve telefonu hiç sorun değil.

14 Mart 2009 Cumartesi

"Oylar Sizden Çaylar Benden"

Şu ana kadar gördüğüm en yaratıcı seçim kampanyasıydı. Öyle ki bi an ikametgahım İstanbul'da olsaydı da amcama oy verseydim dedim.
Cihannüma muhtar adaylarından biri bi afiş bastırmış..
"Oylar Sizden Çaylar Benden"
elinde de bi çay tepsisi :))
bu afişi pazartesi gördüm, resmini çekip sizlerle paylaşıyım dedim, o günden beri çantamda fotoğraf makinesi, hergün deliler gibi duvarlara baka baka yürüyorum sokaklarda ama yok afişi bulamıyorum.
Sanırım ufak bi maliyet hesabı yaptı ve vaadinden caydı bizim aday..

13 Mart 2009 Cuma

Bazen Ben Bile Kendime Şaşıyorum ya da Şaşırıyorum.. bilemedim

Doktora yeterliliğe hazırlanırken her sabah Burcu'yla Savaş'a dizilerde neler olup bittiğini, reklamlardan anladığım kadarıyla gelecek hafta neler olacağını anlatırdım. Burcu da ara sıra fırsat buldukça izliyodu o dizileri. Nedense benim anlattıklarımla onunkiler pek örtüşmüyodu. Birkaç hafta sonra anladık ki, anlattıklarım aslında var olan şeyler değil, rüyalarımda gördüklerimmiş. Gece yatmadan önce iki saniye bakıp rüyamda tamamlıyormuşum meğer. Artık sınava bikaç gün kala kahvaltıda birden "biliyo musunuz Beytüşşebap diye bi yer var" demiştim, akşamına bomba patladı 5 kişi öldü. Kendimden korkar hale gelmiştim ki neyseki sınav geçti gitti.

Neden iki sene önceki rüyalarımı anlatıyorum? (aslında bu hikaye bir ömür anlatılcak komiklik katsayısına sahipti yaşayanlar bilir, neyse..) Sebep dünki rüyam. (Hayır olsun denmeden rüyasını anlatmayan Macit dedemi anarak, sanki hayır olsun dediğinizi duyar gibiyim)

Entourage'daki E'yi gördüm. E'nin cep telefonu çalmaya başlıyor. Melodi, öne arkaya gidip gelen kolların çaldığı trombonlardan geliyor (bir de pörtlemiş dudaklar). Evet bir marş çalıyor. Peki bu marş eşliğinde arayan kim??

Tabi ki MARGE

Evet Homer'ın karısı Marge.. Bazen ben bile kendimi garipsiyorum..

10 Mart 2009 Salı

Çok mutluyum artık saçları balyajlı hispanik estetikçiyi ben de izleyebilicem(!!!)

Digiturk kullanan herkesin yakından bildiği bir sorun, yurdumun kanayan başka yarası: Kumandanın kumanda etmemesi, ya da istemediğin komutları vermesi.
Gel gör ki, dün akşam hayırlara vesile oldu.
Benim üyeliğim dizi ve film kanallarını (ve dizi-film kanallarını) kapsamadığı için 22'den önceki kanallara hiç tenezzül etmiyordum. (Geçen gün MGM'de Barefoot Contessa bir istisna) Ama 22 komutunu vermek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Önce 222 oldu, ikinci denememde ise 2'yi başarabildim.
Ab buuuuu, bi de ne göriyim, ComedyMax açık. Gözlerime inanamadım ve sırayla diğerlerine de baktım. Evet gerçekti. Fazla sorgulamak istemediğim bir şekilde dualarım kabul olmuştu. Aslında ilk aklıma gelen Digiturk'ün doğumgünümü bir hafta öncesinden kutlamaya başladığıydı sonra hatırladım. Üyelik annemin adına..
Dediğim gibi sorgulamak istemiyorum.
Mutluluk sarhoşlugu içinde filmler arasından La Vie En Rose'u seçtim, yazık ki uyuyakalmışım. Amaaan nasıl olsa üyeliğim var, başka bi zaman kaldığım yerden devam bile edebilirim.
Sarhoşluktan sızıp kaldıktan sonra gece 3:30 da kapının arkasından saplanmış bir kasap bıçağı yavaş yavaş aşağı doğru inerken uyandım. Paran mı var, derdin var be..

6 Mart 2009 Cuma

Che Sara Sara

Geçen gün Çıplak ayaklı kontesi izledim;

1954 yapımı, başrollerinde Humphery Bogart ve Ava Gardner'ın oynadığı film.

Bitiş şekli biraz daha irdelenebilirdi, hemen oluverdi, daha bi duygu yoğunluğu aradım. Ama ana tema sabit:


Quello che sarà, sarà


What will be, will be

Bob Marley-James Franco

Dünki Vh1 Male Voice Countdown sağolsun bir gerçeği daha su yüzüne çıkarmama olanak sağladı:
Bob Marley kime benziyo? İşte cevabı: James Franco. Kimdir bu derseniz resme bakın. Yok hala bi fikir belirmediyse, Spiderman'deki Green Goblin'in oğlu. Daha da yoksa farzımahal Ahmet diye biri olarak kabul et.


Gebeş gibi sırıtırken de
Kendince cool bakarken de benzeşiyolar.



Ama nedense ağız hep bi açık.. Hem de ikisinin de..










4 Mart 2009 Çarşamba

Çinliler için Çamaşır Makinesi Kampanyası

'Bir Dünya Markası' mottolu Beko'nun son reklamını izledim.
Misafirlerini krallar gibi ağırlayan biz türkler için kocaman buzdolabı, güneşe hasret iskandinavlar için kurutma makinesi diyor, herşey güzel ne hoş. Ama en başta bilmem kaç milyar nüfuslu çinliler için 9 kiloluk çamaşır makinesi yaptık diyor.

Nasıl yani?
Bu çinliler komün hayatı yaşayıp topluca mı yıkıyolar kirlilerini? E eğer öyleyse de o kadar adam için 9 kiloluk makine biraz az değil mi?

Bence daha kalabalık ailelerimiz için 9 kiloluk çamaşır makinesi yaptık deseymiş. Daha inandırıcı..

Şam Fıstığı

Küçüklüğümden beri köşeleri dönerken ya ayağımı ya da leğen kemiğimi kitaplık/dolap kenarı veya duvara çarparım. Bi kere de atatürk havalimanında leğen kemiğimi kadın polis silah kabzası zannetmişti, neyse konuyla ilgili değil. Dün sabah evden çıkma telaşında ayağımı yine dolaba çarptım. Yine serçe parmağımda bildik o kötü acı, ama bu sefer farklı olarak ayağım kanadı, bayaa. Fazla ilgilenicek vakit yoktu, giyindim çıktım.

Bugün gönül rahatlığıyla söyliyebilirim; serçe parmağım tam kıvamında açılmış bir şam fıstığına benziyor.

3 Mart 2009 Salı

_Dikelebilen Erectus_

Denizli'de bulunan Homo Erectus fosili 5-6 yıllık laboratuar araştırmalarından sonra Denizli Müzesi'nde sergilenmeye başlamış. Bu aslında inanılmaz bi haber. Yani Denizli Müzesi'nde sergilenmeye başlaması değil elbette ama bu fosilin bulunmuş olması. Yanlış hatırlamıyosam bu insanlık tarihinde şu ana kadar bulunmuş en eski insan- homo erectus fosili. Ve evrim teorisinin en büyük de kanıtı olarak görülüyor. Neden bu kadar az ses çıkarttığını evrim teorisinin her din üzerinde sarsıcı etkisi olmasıyla kolaylıkla açıklayabiliriz.
Evrim teorisine inanırım. Darwin'in Galapagos seyahati ve güncelerini okuduktan sonra inanmamam söz konusu değil. Ama ne yalan söyliyim aklım tam da basmıyor bu evrim teorisine. Bazi eksik noktalar hep var kafamda. Zaten o yüzden göğsümü gere gere "inanıyorum" diyorum. Aklın bittiği yerde inanç başlar teorime sırtımı yaslayarak.
Homo Erectus'un varlığı insanlığın atasının Afrika'dan çıktığını, siyahi olduğunu kanıtlıyormuş. Yani bizim erectusun rengi giderek açılmış. Peki ama aynı evrim teorisi değil mi bilmem kaç yıl sonra dünya üzerinde sarışın kalmıcak hepsi seyrelip gidicek diyen? Kafam karışmaya başladı yine..
Sonra bi de madem atamız Afrika yerlileri, onların hepimizden üstün olmasi gerekmez mi? (içimdeki faşist aşkı bambaşka..) ne biliyim maymunların daha zeki olması?
Neyse ama allah için bizim erectus bayaa yakışıklıymış..

2 Mart 2009 Pazartesi

La vache qui rit




Çocukluğuma dair hatırladığım şeyler arasında tadı olmasa da müziği vardır. la vache qui rit.
Çok sonra öğrendim la vache qui rit'nin gülen inek olduğunu. Çok da sorgulamadım, hafif hayal kırıklığı hafif de manasızlık hissi oldu ama üstünde durmadım. Hatta daha sonraları italyanca gıdıklama efekti yaparken "chiri chiri" dendiğini öğrenince bunu da tamamlayıcı bir bilgi olarak kabul etmiştim. Ta ki..
Ta ki, geçen güne kadar. Sofrada La vache qui rit-gülen inek kutusuyla bir süre anlamsız bir bakışmanın sonunda kafamda o ana kadar oturttuğum bütün gülen inek portresi yerle bir oldu, sorular soruları takip etti...
Bu inek neden kırmızı? Tamam mor ineklerimiz bile var, kırmızı neden olmasın? biraz kasarsak "gülen" neşeli bir ineği sinirin rengi kırmızıya bile boyayabiliriz.
Tamam ama daha önemli ve çok önemli başka bir soru var: Bu ineğin neden boynuzları var? Benim bildiğim ineklerin boynuzu olmaz. Yani doğanın geneline baktığımızda zaten boynuz erkeğin bir uzvudur. Bu ineğin boynuzu var.. Yazık ki fransızcam yok. Ama bu inek hakkında bazı şüphelerim var..
Bu inek gülen değil, bildiğin "neşeli" inek. Ve sanirim "gay". Evet.
(eskiden daha bi işveliymiş sanki..)

Fotomaç. Bir zamanlar Star

Bu nedir ? ! ?
Biz üniversitedeyken star gazetesi spor manşetinde bombaydı.. Fotomaç eski günlere götürdü beni, hayatımızın daha renkli olduğu günlere :)

17 Şubat 2009 Salı

Biri Bana Gelsin O da Sensin

Bugün çatlayan ayağıma taban almak için nişantaşına giderken taksinin penceresinden Turgay Şeren'i gördüm.
İçim sızladı. Bilmiyorum televizyonla aram eskisi kadar iyi değil, hele futbol programlarını hiç izlemiyorum. Malumunuz bizim durum pek iç açıcı değil.
Neyse uzun lafın kısası uzun zamandır görmüyomuşum Turgay Şeren'i.. Ben en son bıraktığımda Ali Sami'ye küfrediyodu. (bu arada cok buyuk ıkıleme düştüm: ellerim ali sami yadı ama aklımdan ziya şengül geçiyodu! neydi bu işin aslı hatırlayan bir el atsın. olayda geçen hangisinin ebesiydi?)
Bayaa bi yaşlanmış, arkadaşının kolundan destek alarak yürüyor, ama onu bile küçük küçük tonton yaşlı adımlarıyla başarıyordu.
Biri bana gelsin o da sensin: Daha kıro bir şarkı sözü olmadığı kanısındayım..

11 Şubat 2009 Çarşamba

Tek bi market alış-verişi diyip geçmeyin..

Evin ordaki bakkal dükkanına girdim dün akşam.

Önce kasada parayı verirken duvara iliştirilmiş notu gördüm:

"KORNAT TAKSİ
260 55 40"

Böylece sadece ihtiyacım olduğunda evdeyken aklıma gelen sorunun cevabı, Conrad taksi'nin tel. numarasını öğrenmiş oldum.

Sonra parayı ödedim, kapıda dergilerin yanında çantamı toparlamaya çalışırken dikkatimi çekti:
Seben Koçibey diye biri varmış.. Bir dergiye demeç vermiş:

"Türkiye'de insanlar başkalarının hayatını çok merak ediyor"

Tamam, dünyanın geri kalanını bilemem ama Türkiye için yerinde bi saptama denebilir.
Ama ablam bu demeci DEDİKODU DERGİSİne vermiş be!?!

10 Şubat 2009 Salı

Derbilerin takımı Fener

Fenerbahçe- PendikSpor
Fenerbahçe- İstanbul Büyükşehir BelediyeSpor

Sanat için sanat yapan Zuzaylılar..

Geçenlerde Ege Kayacan'ın bloguna göz gez arpacık yaparken zuzaylılarla ilgili yazısına comment ekliyim dedim.. sonra vazgeçtim:) işte burda yazıyorum ben de:


Evren gerçekten sonsuz olmasa da Dünya üzerinde metrekare başına düşen insan sayısı şu kadarken, Dünya'daki koşullarla kıyaslandığında belki de bir tane fazladan dimension'ı bile olabilen uzayda neden bi tek biz olalım? Şahsi fikrim çoğu zaman kapasitesinin sınırlılığını ispat eden insanoğlunun uzayın yegane sakini olması belki de haksızlık.


Neyse diyelim ki zuzaylılar var ve arada sırada Dünya'ya da geliyolar gerçekten. Ege bey'in de dediği gibi neden hepsi insanımsı bir formatta? ve neden gelin alayı gibi yanardönerli uçan daireler??


Benim aklıma takılan esas konu ise, mısır tarlaları üzerindeki sanatsal çalışmaları. Kendi yaşadıkları yerden kalkıp da Dünya'ya gelebildiklerine göre zekaları bizimkinden biraz daha parlak diye kabul ediyorum. O zaman neden kimsenin anlamadığı bir mesaj bıraksınlar ki?? Demek ki herhangi bir mesaj kaygıları da yok, anlaşılma kaygıları da. Sanat için sanat değildir de nedir bu?

9 Şubat 2009 Pazartesi

Dişi mi Erkek mi?

Eve hali hazırda çekilmis olan kablo sayesinde televizyonun ve digiturk decoder'inin kablolarini fişe takmam yeterli oldu medeniyete ulaşmamda. Ben de bunun şerefine hemen bi NatGeoWild'ı açıyım dedim.

Program timsahlarla ilgiliydi.. Tam timsahın yumurtlamasından bahsederken,
"ısınan yumurtalar dişi, soğuk kalanlar erkek timsahlara dönüşücek" diyiverdi adam!

Beşiktaş çarşı'dakilerin bilimselliğini ne derece sorgulamalıyım emin diilim artık..

6 Şubat 2009 Cuma

İlginç bi sabahtı

Hergün olduğu gibi bugün de işe gelirken Beşiktaş çarşıdan geçiyorum, yaşları 25-35 aralığında 3 erkeğin hararetli muhabbetine kulak misafiri oldum..

"İki kere olursa erkek! Sağa itersen kız, sola itersen erkek."

Neden bahsediyorlardı acaba?

2 Şubat 2009 Pazartesi

Sami Yen





Özellikle ikinci yarı çok sıkıcı olsa da Sami Yen güzeldi..
Üçüncü maçta yenicez inşallah şu Sivas'ı

31 Ocak 2009 Cumartesi

Konuş be Viggo

Bu adama herşey yakışıyor. Sarı saç, siyah saç; mafya, kral; çıplak, kaftanlı...
Ama en çok da anlamadığım dillerde kısık sesiyle konuşması.. Daha çekici olamaz heralde.
Eastern Promises'da rusça, Lord of the Rings'de Elf dilinde, Hidalgo'da da Kızılderili dilinde...
Konuş be Viggo.
Elfçesine mi vuruldum, kitabı okurken mi vurulmuştum bu Aragon'a hatırlayamıyorum artık, ama oğlum olursa adını Aragon koymaya bayaa kararlıydım.

23 Ocak 2009 Cuma

Homer Simpson Ruhu

Tasinmadan önce ev-is-ev arasi arabada CNN Turk radyo dinlerdim. Haber basliklarini okurdu nefesini ve vurgusunu bi türlü ayarlayamayan Orkun Yazgan'la Zeyna'ya benzeyen kiz. (tipini radyodan çikarmadim, tv'de de görmüslügüm var). Haberlerde gülücek de üzerine yorum yapicak da bayaa biseyler çikardi. Sindi yürüyerek gidip geldigim için dinleyemiyorum, ama iste tam da eksikligini hissettigim bugün yokus asagi inerken bir balkonda Homer Simpson'in kafasi seklinde yikanmis bir çift terlik gördüm. Tam hafif bir tebessüm edicekken yaninda asili olan güresçi mayosu modunda askili erkek fanilalarini gördüm..
Işte Homer Simpson ruhu budur!
Aksam hala asili olursa fotografini çekmeyi denicem..

21 Ocak 2009 Çarşamba

Başlıyorum

Sikayet etmek yok. Tabi ki de hayatta hersey pürüzsüz ilerlemiyor. Bazilari daha kolay, bazilari daha zor oluyor. Tamam bazilari sans eseri denebilecek kadar içimize sinerek de oluyor olabilir. Ama sahip oldugumuz hersey de kolay olanlar olmuyor. Eli tasin altina koymak gerekiyor.. Koyucam da, zor da olsa yapicaz naapalim..

Ileride neyin mutlu edicegini düsünerek yasamaya çalistigim evreyi kapatma karari almistim. Iste uygulamak için bir firsat. Ileriyi düsünerek isleri ertelemek de yok. Ikisini ayni anda yapabirim. Ertelemek ya da birini seçmeyi baklemek sadece sorunu büyütüyor.

Baslamak bitirmenin yarisiymis... Ankara'ya gidicem. Tez Izleme Komitesi olusturup, tez çalismasina basliyorum artik.

HEROES

BU OKUYACAKLARINIZ TAMAMEN BIR SPOILER'DIR, uyarmadı demeyin

Finaller her zaman zordur. Filmlerde de zordur ama filmi karanlik bir salonda bi dolu insanla max 1 ara vererek izlersiniz. Öyle ya da böyle havaya girersiniz. Çogunda aslinda sonunda sasirtmaniza bile gerek yoktur izleyicileri, onlar zaten tahmin etmis olurlar zaman zaman. Ve bu onlari hayal kirikligina ugratmaya da bilir, hatta bilmis olmanin hakli gururunu bile yasarlar.
Ama diziler öyle mi? Diziler haftalarca mesgul eder kafalari, her bölümde yeni birsey çikar, yeni senaryolar yazarsin kafandan. Hele ki merak uyandiran, bilinmezleri olan bi konusu varsa, her bölüm daha iyi bir sezon finalinin vaadi olmalidir. Ama ironik olarak her geçen sezon da daha vasat bir ultimate finalin habercisi oluyor.

Şindi gelelim Heroes 3. sezon finaline; Herseye tamam dedik, son bölüme kadar geldik. Ama son bölümde mideler buruldu biraz. Sylar'in kimlik bunalimindan bahsetmiyorum bile. Insanin anasi kimse kim ulan, katil misin degil misin? Hayir düsününce aslinda çok üzülüyorum garibime. Daha sezonun basinda Peter gelecege gittiginde Sylar'in evine gidiyor, o orda mutlu mesut, bebesiyle takiliyo, Peter'i hala kardesi saniyor. Ama one of the butterflies Peter had step on Sylar'in hayatini baya bi kaydiriyo sonralari:) Ama o bile bi yere kadar bebe ölünce Sylar yine bildigimiz aradigimiz Sylar.
Benim olayim bu degil ama. Haitian hikayede silinmeye yüz tutmus Peter ile Arthur'un yanina geldiginde, ilk basta hersey iyi Arthur etkisiz. Sonra kapi arkasindan Sylar çikinca ikisinin gücü elemana fazla geliyor. O da hakli, tut tut nereye kadar. Ama isin ilginci, Haitian sadece Artur'u engelleyebiliyor sonuç olarak. Ikisi fazla geldi dayanamiyorum diyip yigilmiyor, ya da ikisi fazla geldi ikisinin de birazini yapabiliyorum da demiyor.
Nasil olabilir bu? Anca Sylar daha güçlü, Haitian'i alt ettidiyebiliriz. Ama Artur yapamadi. Teorik olarak bu dogru degil. Çünkü yalan dedektörünü saymazsak Peter Sylar'dan daha fazla güce sahip. Yalan dedektörü de Haitian'a meydan okumada Sylar'a biseyler katmamistir diye düşünüyorum.
Heroes bizim bitanemiz, soğumak istemiyoruz diyenler için ikinci bir olasilikla geliyorum bu sefer; Arthur, Peter'in bütün güçlerini aldi okayto, ama biliyosunuz ki güçleri kontrol etmek diye baska bir olayimiz var hadi diyelim Artur bu noktada tomburdadi.
Son bir nokta daha var akillara takilan: Haitian Arthur'un yeteneklerini bloke etmis durumdayken Syalr Peter'in tetigine bastigi domdom kursununu önce durdurup sonra alninin ortasina kondurdu. E haliyle Haitian sayesinde Artur knock out. Peki bu Hatian gittikten sonra bu mermiyi pirt diye girdigi gibi geri çikartmasi gerekmiyor mu bu bünyenin? Hayir öyle olduysa, sonraki sezonlarda arkadasimiz tekrar aramiza katilcaksa bu sayede o zaman sira en içten sorucagim soruya geliyor, hatta yakaris: E be hero'lar elinizde adami öldürmek için sans varken niye yarim birakirsiniz isi? Biz ögrendik adamin dirilecegini siz daha ögrenemediniz mi? Hayir bi de bu hatayi yapan iki zibidinin de healing yetenegi var. Biri biliyosa bu ikisi bilmeli.
Naaparsin.. Bir yerden veren allah bir yerden aliyor. Yetenek desen gani ama kafa tin tin..
Bir de son bi dilek: Biri su Sylar'a anasi danasi kimse söylesin de bitsin garibimin çilesi!

13 Ocak 2009 Salı

Zaman

Zaman.. hiç yetmiyo.
Yapıcak tonla iş var hala.
Daha elimde avucumda kalan son dizi olan nip tuck'ı da bitirmem lazım.
Bi yandan How I met your mother'a sıfırdan başlıcak olmanın heyecanı.
Everybody Loves Raymond'a tekrar başlamak da fena olmaz..
Ah bi de Angel'ın final bölümünü izleyebilsem şu ahir ömrümde daha ne istiyim..

Aslında yazıya başlarken aklımda hiç diziler yoktu. Eve gidip hazırlıcağım powerpointler, okuycağım dokümanlar...

Dizilerden bahsetmek gerçekten de daha iyi bi fikirmiş..
Ya daa..

7 Ocak 2009 Çarşamba

Savaş vs..

Yani basimizda bir savas süregiderken haliyle gündemimizi bu savas sekillendiriyor büyük ölçüde. Durumu yorumlarken ne diyoruz? "insanlik disi", "insan olmaktan utan duyulacak seyler", "canilik", "gaddarlik" ... gerisini siz de getirebilirsiniz. Ancak unutmamaliyiz dünyanin birçok yerinde insanlar silahlarin gölgesinde, açligin pençesinde, salgin hastaliklar ve bebek ölümlerini hayatin bir parçasi olarak kabullenmis halde yasiyor. Bunlar da vahset, canilik, gaddarlik tanimina giriyor kanimca. Ama yapmak her zaman daha zor olmustur konusmaktan, elestirmekten yapma demekten ve tabi ki hiçbir sey yapmamaktan. Oralarda da çocuklar ölüyor, oralarda da insanlar tibbi malzemelerden, gidadan mahrum birakiliyor, sebepsiz öldürülüyor. Bu canilik dursun diye çaba sarfetmek tabi ki de Israil'e dur demekten daha zor.

Filistin- Israil_ Amerika konusuna gelirsek, Obama'nin ne birsey yapacagi ne de birsey degistirecegi var. Amerika'nin Israil'e karsi tutumu her zaman aynidir. Israil=Ortadogu'daki Amerika. Obama herhangi birsey yapmicak olsa da, Obama'nin gelisiyle islerin degisecegini de düsünüyorum. Neden? Amerika ve Israil masaya oturmus, Obama resmen devletin basina geçene kadar, topal ördegimiz Bush döneminde Israil'in ne yapicaksa yapsin diye anlasmislardir. Hepimiz görücez ki, Clinton dönemi kadar olmasa da Obama dönemi de Amerikan tarihinin pürüzsüz dönemlerinden biri olucaktir, öyle tasarlanmistir. (Peki bu dönem nasil biticek? Bence yine yeni bir sorunlu dönem takip edicektir bunu Obama'nin basina biseyler gelmesiyle baslayan bir sorunlu dönem olabilir. Neyse daha bunlara cok var..)

Bizim basbakanimizin adeta bir militanmis gibi yaptigi açiklamalara gelirsek, meger bütün bu asabiyetin sebebi Ramallah sinirinda konvoyunun yarim saat bekletilmesiymis. Zaman herseyin ilaci bir kere daha gördük, gün geçtikçe siniri yatisiyor bizimkinin artik devlet yönetiyoruz bakkal isletmiyoruz demeye falan baslamis. Hoş bir temenni..

6 Ocak 2009 Salı

Çeviri demişken, İsrail-Filistin

Çeviri demişken son günlerde dikkatimi çeken birşeyi daha ekliyeyim dedim..

Son günlerde yine yeni yeniden patlak veren İsrail-Filistin savaşı ile ilgili olarak, haber bültenlerinin hepsi sanki ağız birliği etmişcesine, Hamas'tan bahsederken tek bir ifade kullanıyorlar.

"Terör Örgütü Hamas"

Burada neredeyse ezelden beri süregelmiş İsrail-Filistin anlaşmazlığını masaya yatıracak değilim. Buna bir kitap yazsan bile yeterli olucağını sanmam. Ancak ortada değinmek istediğim bir gerçek var. Hamas Filistin Kurtuluş Örgütüne muhalif olarak faaliyet gösteren bir terör örgütü olmuç olabilir. Ancak, şu an Filistin hükümetinin başında Hamas vardır. Bu olanlar İsrail devleti ile topraklarındaki terör örgütü arasındaki çatışmalardan ibaret değildir. Bu iki devlet arasındaki bir savaştır. Yöntemleri farklı olan iki devlet arasındaki bir savaştır.

Durumu bu şekilde ifade etmeyip Hamas'ı sadece terör örgütü olarak adlandırmanın iki nedeni olabilir; ilki Filistin Devletinin meşruluğunu sorgulamadan kafalardan silmeyi amaçlıyor olabilirler. İkincisi ise Dünya basını çeviri çılgınlığına düşmüş olabilir ve Amerikan basınından birebir çeviri yapmaktadırlar, ki zaten İsrail ezelden beridir Ortadoğudaki Amerika olmuştur. Hangisi iyi bilemiyorum ama benim kanımca burada kimin haklı olduğundan bağımsız olarak gizli bir ajanda ya da yapılan bir yanlış var.

Kimin haklı olduğuna gelince cevap olarak başka bir çeviriden yararlanıcam: Tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan?

Atla Deve vs Rocket Science

Hayatımız çeviri oldu. Bütün yarışma programları, diziler, bizi eğleyecek herşey çeviri artık. Flash tv de olmasa bize ait elde avuçta hiçbirşey kalmıcak yakında..

Son olarak rastladığım çeviri, yol kenarlarındaki ışıklı reklam panolarında Eti'nin yeni bi ürünü vardı sanırım. Adı cismi aklımda değil ama yazan şey şu: Aya Roket Göndermiyoruz. Benzeri bir anlatım için "Roket Bilimi Değil ya" ile de karşılaşmış olabilirsiniz.
Tamamen çeviri kültürünün ürünü olan bu deyişin aslı "it's not rocket science" olarak kullanılır ki gördüğünüz gibi birebir çeviridir. Peki bu deyişin türkçe meali nedir?

"Atla Deve Değil ya"

Roket bilimi bundan yıllar once amerikalı arkadaşlarımızın hayatına girmiş ama onun komplike bişeyler olduğunu sezmişler. Bizde ise birer varlık timsali olan at ile deveyi almanın komplike olduğu düşünülmüş. İşin acı yanı o zamandan bu zamana kadar bunu güncelliycek bir değerimiz olmamış hayatlarımızda..

2 Ocak 2009 Cuma

Yeni Yıl ve Blogum

Yeni yılda blogumda daha fazla sosyal içerikli başlıklara yer vermek, blogumun bu konuların rahatlıkla tartışılabildiği bir ortam olmasını diliyorum.

Diliyorum ki yeni yılda takipçilerim blogumu sadece sağ alt köşesinde yer alan, takip edilen blogların güncellenme sıralaması için değil, yazılarım sebebiyle de beni tercih etsinler.

Blogumla ilgili yıllık performance plan'imin metric goals kısmına gelmek gerekirse, önümüzdeki 1 yıl içerisinde blogumu takip edenlerin sayısının günde 200 kişi olmasını hedefliyorum. Ufak bir 4 işlem ile ayda 6000 kişi dersek belki bi ufak reklam alma konusunda umut vaat eden sayfalar arasında yer alabilirim. (gördüğünüz gibi son derece mertric öğeler içeriyor, 200, 6000,4, 1 ay ve 1 gün)

Evimin koridoruna grafiti yaptırmak istiyorum, bunun için buradan açık ilan veriyorum. Grafiti sanatçısı tanıdığınız var mı? Bu insanlar nasıl bulunur? Olay tamamen onlara mı bırakılır yoksa bi konsept belirlemesi yapabilir miyiz?

Ayrıca dış bükey bir ayna istiyorum biraz büyükcene.

Transition period

Yeni yıl yoğun bir gündemle başladı.
  • Yeni yıla sarkan sodexo ticket'ları zaiyat yaşanmadan tüketildi.
  • Büyük ikramiye olmasa da 'bi bok çıkmaz' diyenlerin suratında bir şamar gibi patlayan 100 YTL'lik ikramiyeyi kazandım. (Gerçi bilet yarım olduğu için 50 oldu ama etki aynı etki)
  • İ. Melih Gökçek resmen AKP Ankara B.B. Başkan adayı. Konuyla ilgili en beğendiğim başlık: Aynı bendende can gibiyiz.
  • İTO ticaret lisesinin İSO binasının altında dükkan açmasıyla aralarındaki rekabet iyice kızıştı.
  • Tabi aramızdan ayrılanlar da oldu: Miriam Makeba, Afrika'nın sesi, Mandela'nın dava arkadaşı; 'No Woman No Cry' şarkısının söz yazarı, sadece nakaratı dinleyen milyonları büyük bir ikilemin ortasına sürüklmiş Vincent Ford ise Bob Marley'in.
Gerçi yakın tarihimiz bu 'sadece nakarat dinleme' hadiseleriyle doludur, alın size sadece bir örnek daha: çocuk şarkısı olarak algılanagelmiş son derece içli sözleri olan iki Barış Manço şarkısı: Domattes Biber Patlıcan ve Arkadaşım Eşşek. (iki tane oldu zarar gelmez, maksat ziyan olmasın)

Hadise demişken; TRT yeni yıl kutlamalarında Hadise'yi çıkarttı, yeni eurovision şarkısıyla. Şarkı hakkında pek bi yorumum yok ama kıyafet tam bir fiyasko. Beyaz bir spor sütyeni altına yırtık kot. Bu ne ya? 90'lı yılların başlarında spor salonlarının soyunma odalarında çokça görebileceğiniz bir görüntü olmaktan öteye gidemeyecek birşeydi taki TRT'nin muhteşem vizyonu anılarda yer etmemesi çok normal olan bu görüntüyü tarihin tozlu raflarından çıkarıncaya dek.