26 Nisan 2012 Perşembe

En Sıradan İnsandan En Samimi İtiraf..

En sıradan insandan en samimi itiraf..
I never said I was deep..

Birçok insan hakkında birçok zaman belki bunu düşünürsün,
ama bunu bi insanın ağzından itiraf olarak duymak..
garip bir his..
sympathy ile sempati arasında gidip gelirsin..

Teşekkürler Jarvis :)

inançlı mı dindar mı?

dindar diilim heralde ama kesinlikle inanıyorum..

kesinlikle mutantlara inanıyorum..

A Completely Original Screenplay..

James Kamuran Avatar II'yi çekiyormuş..
Peki siz Hangi Avatar II yi tercih ederdiniz?

"My Big Fat Pandora Versus The Deathly Hallows Striking Back At Muriel's Lethal Weapon: Reloaded" mı?


Yoksaaam Kamuranınki mi?

OHA diyen kız bu trailer senin için..

yaaaa
çok heycanlı..
gerçekmiş!!
Marvel's Avengers..
tamamı olmasa da rüyamın bi kısmı gerçekmiş..
Sanırım F4, Spiderman ve X-men yok ama diğerleri var..

Acaba Loki nin nasıl kurtulduğunu da göstericekler mi..

Yalnız tek kötü olabilcek karakter Loki var..
O da aslında kötü bi çocuk değil, çevresi kötü :)


Geçen sene Thor'u üstsüz sinema perdesinde gören ve kendince haklı sebeplerden "OHA" diyen kız!!
Al, bu trailer da senin için geliyo..

24 Nisan 2012 Salı

Bakma Sevdalısı..

Alberto Moravia'nın bir kitabını okumuştum, Bakma Sevdalısı. Okuduğum kitaplarda kendimi sorgulamama sebep olmuştur. Neden okuyorum, okurken ne hissediyorum.. Moravia'nın dediği gibi insanların hayatına küçük bir delikten bakmak, röntgenlemek hoşuma gittiği için mi okuyorum.. Bunu her defasında düşünürüm ve aklıma hep aynı şey gelir: dışarıdan kendi hayatıma baksam nasıl bişey görürüm acaba.. Moravia'nın kitaptaki ana karakteri her sabah uyandığında bir "dünyanın sonu" senaryosunu kafasında oynatıyor. Bıkmadan usanmadan hergün.. Ben de bu akşam eve gelirken bir şey farkettim: Her akşam eve dönüş yolunun, trafik ışıklarının fasılalı yandığı, sokak lambalarının aydınlatmadığı kısmından geçerken ben de düşüyorum, kavşağın diğer tarafından bir araba gelse, bana çarpsa dışarıdan nasıl gözükür acaba.. Her akşam bu senaryoyu farklı şekillerde canladırıyorum kafamda. Böyle basit, belki herkesin yaşadığı ama çoğu zaman farkında olmadığı, ya da önem verilmediği için unutulan anlatılmaya gerek duyulmayan ama son derece insani davranışlardan bahsedilmesini seviyorum..

19 Nisan 2012 Perşembe

Post Apocalyptic Bir Ortam..

Dünki kum fırtınası sonrası post apokaliptik bir ortam vardı Ankara'da..
Her türlü poşet, çöp, ağaç dallarına, çalılara, demir çitlere cama yapışmış sinekler gibi yapışmışlardı..
Trafik ışıkları kopmuş, yerlerde..
Yüzey alanı fazla olan reklam  panolarının devrilmiş olmasını anlamak yine kolay olsa da küçücük trafik levhalarının yerle yeknesak olması garipti..
18 km lik yolda en az 10 tane devrilmiş sokak lambası..
Saatte 90 km hızla esen rüzgara karşı yokuş çıkmakta zorlanan arabam..
Ama rüzgar arkadan esince de baya komik oldu..
En iyisi de yürürken rüzgar bi anda esince ayaklarımın birbirine çarpıp az daha düşecek olmamdı :)
Gökyüzünün sapsarı halini görüp hayra alamet olmayacağını anlayanlardan önlem alanlar da vardı:
GSM operatörleri, baz istasyonlarını direklere kelepçelediler, üstlerine bişey gelmesi veya asılı olduğu direğin devrilmesi ihtimaline karşı süngerlerle çevrelediler..
Panora devasa levhasının etrafını kapattı, halatlarla farklı noktalardan yere bağladı..

Görüntü gerçekten sürrealdi..
Mission Impossible da Ethan'ın kullandığı, göz kırpınca fotoğraf çeken lenslerden olsaydı da şunları belgeleyebilseydim dedirten cinsten şeylerdi..
Etrafta insan kalmamıştı, sokaklar boş, dolmuşlarda sadece sürücüler vardı..
Böyle bir anı 2008 yazında ramazanda yaşamıştım bir de: yollar bomboş, bir insan yok, maslak girişindeki TEM ayrımında bir arabayla bir dolmuş kaza yapmış, öylece bırakıp gitmişler yolun ortasında. Sanki felaket veya savaş öncesi boşaltılan şehirler gibiydi..

Neyse, dün fotoğrafını çekemediğim ama gözümün önünden gitmeyen görüntü ise bomboş caddede, boş otobüs durağındaki bankın yanında belli ki topuklarına basarak çıkarılmış, nizami bir şekilde duran bir çift kahverengi, küt burunlu, erkek ayakkabısı oldu..
O ayakkabının hikayesini hep merak edicem sanırım..

18 Nisan 2012 Çarşamba

yedim ölmedim serisi-2

hamburger vending machine..
yedim, evet ölmeden ama tadı gerçekten saman gibiydi..


hayalet sürücü..

bilgisayarın hiçliğinden çıkan başka fotolar..

Gece yarısı saat 23:30'da Moskova'da caddenin ortasında atla gezen biri..
ben mi napıyodum? kaybolmuştum..



17 Nisan 2012 Salı

yedim ölmedim serisi-1

eski bilgisayardan güzel fotolar çıkmaya devam ediyor..

Ayran + Hamburger = 1.5 TL

Bedava değil!! Parasını verdim, Yedim.. Ölmedim.

güzel filmdi azizim..

bu filmi izlediğim dönemde bana yaşattığı hissi hatırlarım..
anlatmaya çalışınca basitleşmesinden veya fazla dramatik hale gelmesinden korktuğum için böyle bi çaba içine girmicem..
ama sonunda yaşattığı hissi hatırlarım..
dito'nunkine benzer bir his..
ve o günden beri de keyfini çıkarırım, kendi hayatımdaki azizlerin; bokunu diil..

16 Nisan 2012 Pazartesi

doctor's prescription:

evreyday, a bit of Fry and Laurie..

elephant in the room..

and we never talk about it.. you know, people say... never mind..
neden bilmiyorum, outnumbered'ı izlerken hala hiçbir gülme beklentim yok.
halbuki genelde oldukça da gülüyorum..

karşındakinin anlamıcağını farkettiğin ve pes ettiğin o an, Pete'in suratında okuyabileceğin, hem anlatmak istediğin ama anlatmadığın için, içinde kalmışlık hissi; hem de anlatmaya çalışma (boş) çabasından kurtulduğun için yaşadığın rahatlama hissi için gelsin o zaman bu parça..

12 Nisan 2012 Perşembe

İçimizdeki Korkağı Yenmek..

Bugün çıkan Fazıl Say haberlerinden sonra, youtube u açtım, Fazıl Say'ın 5N1K ya katıldığı bölümü başından sonuna kadar izledim.
Evet Fazıl Say çokça sert, bazen de hakaret içeren bir üslup ile konuşuyor. Özellikle 5N1K'daki konuşması boyunca gözlemlediğim kendini dizginlemek için oldukça da çaba sarfetti.
Bence başarılı da oldu.
Ama Cüneyt Özdemir birçok açıdan sınıfta kalmıştır. Nasıl mı?

1- Fazıl Say'ın içinde yaşadığımız toplum ve onun gidişatı ile ilgili yaptığı eleştirilerine yaklaşımı hep aynı oldu:  Ne yapalım, toplumumuz böyle, yok mu sayalım, ne olduğumuzu kabul etmez miyiz dedi.
Ya da kızmak yerine farklılıkları kabul edemez miyiz dedi.
Tek kelimeyle: SAÇMALIK.
Zaten bir eleştiri öncelikle bir durum değerlendirmesini gerektirir.
Toplumun şindiki durumunu belirlemelisiniz ki gidişat hakkında yorum yapabilin ve daha sonra bunu eleştirebilin.
Yani bir eleştiri yapmanın ön koşulu zaten kabul etmek. Ama kabul etmek eleştiriye engel teşkil etmez.

2- Sayın Göle'nin arabesk hakkındaki yorumunu okurken algılayamamıştır. Göle arabesk görgüsüzlüktür diyor. Ve görgüsüzlükler toplumların kültürel devinimlerini tetikler diyor. Fazıl Say da arabesk olmasın demiyor. Görgüsüzlük değildir demiyor. Fazıl Say arabeskin kültürümüzü domine etmesi sonucuna bizi götüren sebepleri eleştiriyor. Göle'nin yorumundan benim çıkarımım, arabesk eleştirilemez demiyor.
Yani Göle'nin yorumu ile Fazıl Say'ın eleştirisi esasında çelişen söylemler değiller.
3- "at last but not least" dedirtecek bir şey.
FS: referandumla tehdit edilmemiz hoş mu?
CÖ: siz hayır mı diceksiniz?
FS: hayır dicem
CÖ: bertaraf edilmekten korkmuyor musunuz?
Gerçekten utandım. Gazetecilik mesleğini icra eden bir insanın böyle bir kafa yapısında olması benim adıma tek kelime ile utanç verici. ister evet de ister hayır kime ne? ama bırakın gazeteci olma iddiasını, özgür basını, özgür bir birey olma iddianız var ise eğer, en azından evet ya da hayır deme sebebini kafanızda bertaraf olma korkusuyla rasyonalize etmemenizi beklerim, temenni ederim..

Kapanışı Fazıl Say'ın güzel cevabıyla yapmak isterim:
"Ben bir dünya sanatçısıyım.
Onurlu bir insanım.
Geldiğim yere büyük bir emekle geldim; dünyanın her yerinde; bestelerimle, çalışımla.
Çok zor bir hayattan geçtim.
Çok büyük önyargıları yendim.
Kendimi yendim.
Korkmuyorum.
Ben böyle bir durumda içimdeki korkağı yenmek durumundayım."

pişmanlık..

henüz üniversitede okuyan bir genç çizmiş bunu masalardan birine..

ilk bakışta biçok insan ""eeh gelmeseydin o zaman" dicektir, "gelmeseydin ne yapıcaktın" la devam edicektir belki..
ben böyle demicem çünkü bir bakıma doğru ya da şöyle ifade ediyim: çok olası.
bu pişmalıkların ipe götürüp götürmeyeceği ise tamamen kişisel..

neden olası?
çünkü üniversite belki de insanın önündeki alternatiflerin en bol olduğu dönem..
belki de herşeyin mümkün olduğu bir zaman dilimi..
hangi yöne gitmek istersen gidebileceğin, neyi giymek istersen giyebileceğin, neyi denemek istersen deneyebileceğin bir dönem.
alternatiflerin bolluğu (belki de sayısızlığı) kısıtlı zamanla birleşince "yapılamayanlar evreni"ni ister sitemez kendiliğinden büyütüyor.
haliyle pişmanlıklar da bir o kadar fazla olabilir.

umarım sizin pişmalıklarınız sizi ipe götürmez..

mmmmm.. good to be home..

11 Nisan 2012 Çarşamba

Gitme Nagehan..



Bu tercüme krizinin sonucu ne oldu?
1-Basın toplantısı fransızca tercüme ile devam etti.
2-Esas kızımızın tercümanlık alanında bir şansı vardıysa da onu kaybetti.
3-Nagehan hayatta kaybetti. Her ne yaparsa yapsın Satıcı Nagehan olarak kalıcak..

taktik maktik..

6 Nisan 2012 Cuma

No way out..

Eğer acil bi durum yoksa veya engelli değilsen Taksim Fünikulerini kullanma..
Geri Fındıklıya in..
Hiç boşuna bekleme, zaten sigara da içemiycen..