14 Mart 2009 Cumartesi

"Oylar Sizden Çaylar Benden"

Şu ana kadar gördüğüm en yaratıcı seçim kampanyasıydı. Öyle ki bi an ikametgahım İstanbul'da olsaydı da amcama oy verseydim dedim.
Cihannüma muhtar adaylarından biri bi afiş bastırmış..
"Oylar Sizden Çaylar Benden"
elinde de bi çay tepsisi :))
bu afişi pazartesi gördüm, resmini çekip sizlerle paylaşıyım dedim, o günden beri çantamda fotoğraf makinesi, hergün deliler gibi duvarlara baka baka yürüyorum sokaklarda ama yok afişi bulamıyorum.
Sanırım ufak bi maliyet hesabı yaptı ve vaadinden caydı bizim aday..

13 Mart 2009 Cuma

Bazen Ben Bile Kendime Şaşıyorum ya da Şaşırıyorum.. bilemedim

Doktora yeterliliğe hazırlanırken her sabah Burcu'yla Savaş'a dizilerde neler olup bittiğini, reklamlardan anladığım kadarıyla gelecek hafta neler olacağını anlatırdım. Burcu da ara sıra fırsat buldukça izliyodu o dizileri. Nedense benim anlattıklarımla onunkiler pek örtüşmüyodu. Birkaç hafta sonra anladık ki, anlattıklarım aslında var olan şeyler değil, rüyalarımda gördüklerimmiş. Gece yatmadan önce iki saniye bakıp rüyamda tamamlıyormuşum meğer. Artık sınava bikaç gün kala kahvaltıda birden "biliyo musunuz Beytüşşebap diye bi yer var" demiştim, akşamına bomba patladı 5 kişi öldü. Kendimden korkar hale gelmiştim ki neyseki sınav geçti gitti.

Neden iki sene önceki rüyalarımı anlatıyorum? (aslında bu hikaye bir ömür anlatılcak komiklik katsayısına sahipti yaşayanlar bilir, neyse..) Sebep dünki rüyam. (Hayır olsun denmeden rüyasını anlatmayan Macit dedemi anarak, sanki hayır olsun dediğinizi duyar gibiyim)

Entourage'daki E'yi gördüm. E'nin cep telefonu çalmaya başlıyor. Melodi, öne arkaya gidip gelen kolların çaldığı trombonlardan geliyor (bir de pörtlemiş dudaklar). Evet bir marş çalıyor. Peki bu marş eşliğinde arayan kim??

Tabi ki MARGE

Evet Homer'ın karısı Marge.. Bazen ben bile kendimi garipsiyorum..

10 Mart 2009 Salı

Çok mutluyum artık saçları balyajlı hispanik estetikçiyi ben de izleyebilicem(!!!)

Digiturk kullanan herkesin yakından bildiği bir sorun, yurdumun kanayan başka yarası: Kumandanın kumanda etmemesi, ya da istemediğin komutları vermesi.
Gel gör ki, dün akşam hayırlara vesile oldu.
Benim üyeliğim dizi ve film kanallarını (ve dizi-film kanallarını) kapsamadığı için 22'den önceki kanallara hiç tenezzül etmiyordum. (Geçen gün MGM'de Barefoot Contessa bir istisna) Ama 22 komutunu vermek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Önce 222 oldu, ikinci denememde ise 2'yi başarabildim.
Ab buuuuu, bi de ne göriyim, ComedyMax açık. Gözlerime inanamadım ve sırayla diğerlerine de baktım. Evet gerçekti. Fazla sorgulamak istemediğim bir şekilde dualarım kabul olmuştu. Aslında ilk aklıma gelen Digiturk'ün doğumgünümü bir hafta öncesinden kutlamaya başladığıydı sonra hatırladım. Üyelik annemin adına..
Dediğim gibi sorgulamak istemiyorum.
Mutluluk sarhoşlugu içinde filmler arasından La Vie En Rose'u seçtim, yazık ki uyuyakalmışım. Amaaan nasıl olsa üyeliğim var, başka bi zaman kaldığım yerden devam bile edebilirim.
Sarhoşluktan sızıp kaldıktan sonra gece 3:30 da kapının arkasından saplanmış bir kasap bıçağı yavaş yavaş aşağı doğru inerken uyandım. Paran mı var, derdin var be..

6 Mart 2009 Cuma

Che Sara Sara

Geçen gün Çıplak ayaklı kontesi izledim;

1954 yapımı, başrollerinde Humphery Bogart ve Ava Gardner'ın oynadığı film.

Bitiş şekli biraz daha irdelenebilirdi, hemen oluverdi, daha bi duygu yoğunluğu aradım. Ama ana tema sabit:


Quello che sarà, sarà


What will be, will be

Bob Marley-James Franco

Dünki Vh1 Male Voice Countdown sağolsun bir gerçeği daha su yüzüne çıkarmama olanak sağladı:
Bob Marley kime benziyo? İşte cevabı: James Franco. Kimdir bu derseniz resme bakın. Yok hala bi fikir belirmediyse, Spiderman'deki Green Goblin'in oğlu. Daha da yoksa farzımahal Ahmet diye biri olarak kabul et.


Gebeş gibi sırıtırken de
Kendince cool bakarken de benzeşiyolar.



Ama nedense ağız hep bi açık.. Hem de ikisinin de..










4 Mart 2009 Çarşamba

Çinliler için Çamaşır Makinesi Kampanyası

'Bir Dünya Markası' mottolu Beko'nun son reklamını izledim.
Misafirlerini krallar gibi ağırlayan biz türkler için kocaman buzdolabı, güneşe hasret iskandinavlar için kurutma makinesi diyor, herşey güzel ne hoş. Ama en başta bilmem kaç milyar nüfuslu çinliler için 9 kiloluk çamaşır makinesi yaptık diyor.

Nasıl yani?
Bu çinliler komün hayatı yaşayıp topluca mı yıkıyolar kirlilerini? E eğer öyleyse de o kadar adam için 9 kiloluk makine biraz az değil mi?

Bence daha kalabalık ailelerimiz için 9 kiloluk çamaşır makinesi yaptık deseymiş. Daha inandırıcı..

Şam Fıstığı

Küçüklüğümden beri köşeleri dönerken ya ayağımı ya da leğen kemiğimi kitaplık/dolap kenarı veya duvara çarparım. Bi kere de atatürk havalimanında leğen kemiğimi kadın polis silah kabzası zannetmişti, neyse konuyla ilgili değil. Dün sabah evden çıkma telaşında ayağımı yine dolaba çarptım. Yine serçe parmağımda bildik o kötü acı, ama bu sefer farklı olarak ayağım kanadı, bayaa. Fazla ilgilenicek vakit yoktu, giyindim çıktım.

Bugün gönül rahatlığıyla söyliyebilirim; serçe parmağım tam kıvamında açılmış bir şam fıstığına benziyor.

3 Mart 2009 Salı

_Dikelebilen Erectus_

Denizli'de bulunan Homo Erectus fosili 5-6 yıllık laboratuar araştırmalarından sonra Denizli Müzesi'nde sergilenmeye başlamış. Bu aslında inanılmaz bi haber. Yani Denizli Müzesi'nde sergilenmeye başlaması değil elbette ama bu fosilin bulunmuş olması. Yanlış hatırlamıyosam bu insanlık tarihinde şu ana kadar bulunmuş en eski insan- homo erectus fosili. Ve evrim teorisinin en büyük de kanıtı olarak görülüyor. Neden bu kadar az ses çıkarttığını evrim teorisinin her din üzerinde sarsıcı etkisi olmasıyla kolaylıkla açıklayabiliriz.
Evrim teorisine inanırım. Darwin'in Galapagos seyahati ve güncelerini okuduktan sonra inanmamam söz konusu değil. Ama ne yalan söyliyim aklım tam da basmıyor bu evrim teorisine. Bazi eksik noktalar hep var kafamda. Zaten o yüzden göğsümü gere gere "inanıyorum" diyorum. Aklın bittiği yerde inanç başlar teorime sırtımı yaslayarak.
Homo Erectus'un varlığı insanlığın atasının Afrika'dan çıktığını, siyahi olduğunu kanıtlıyormuş. Yani bizim erectusun rengi giderek açılmış. Peki ama aynı evrim teorisi değil mi bilmem kaç yıl sonra dünya üzerinde sarışın kalmıcak hepsi seyrelip gidicek diyen? Kafam karışmaya başladı yine..
Sonra bi de madem atamız Afrika yerlileri, onların hepimizden üstün olmasi gerekmez mi? (içimdeki faşist aşkı bambaşka..) ne biliyim maymunların daha zeki olması?
Neyse ama allah için bizim erectus bayaa yakışıklıymış..

2 Mart 2009 Pazartesi

La vache qui rit




Çocukluğuma dair hatırladığım şeyler arasında tadı olmasa da müziği vardır. la vache qui rit.
Çok sonra öğrendim la vache qui rit'nin gülen inek olduğunu. Çok da sorgulamadım, hafif hayal kırıklığı hafif de manasızlık hissi oldu ama üstünde durmadım. Hatta daha sonraları italyanca gıdıklama efekti yaparken "chiri chiri" dendiğini öğrenince bunu da tamamlayıcı bir bilgi olarak kabul etmiştim. Ta ki..
Ta ki, geçen güne kadar. Sofrada La vache qui rit-gülen inek kutusuyla bir süre anlamsız bir bakışmanın sonunda kafamda o ana kadar oturttuğum bütün gülen inek portresi yerle bir oldu, sorular soruları takip etti...
Bu inek neden kırmızı? Tamam mor ineklerimiz bile var, kırmızı neden olmasın? biraz kasarsak "gülen" neşeli bir ineği sinirin rengi kırmızıya bile boyayabiliriz.
Tamam ama daha önemli ve çok önemli başka bir soru var: Bu ineğin neden boynuzları var? Benim bildiğim ineklerin boynuzu olmaz. Yani doğanın geneline baktığımızda zaten boynuz erkeğin bir uzvudur. Bu ineğin boynuzu var.. Yazık ki fransızcam yok. Ama bu inek hakkında bazı şüphelerim var..
Bu inek gülen değil, bildiğin "neşeli" inek. Ve sanirim "gay". Evet.
(eskiden daha bi işveliymiş sanki..)

Fotomaç. Bir zamanlar Star

Bu nedir ? ! ?
Biz üniversitedeyken star gazetesi spor manşetinde bombaydı.. Fotomaç eski günlere götürdü beni, hayatımızın daha renkli olduğu günlere :)