25 Aralık 2008 Perşembe

Partiler.. Partilerimizzz...

AKP Kars belediye başkanı Alibeyoğlu, AKP il başkanlığına istifa dilekçesini vermiş. Buraya kadar herşey güzel. Ya da normal diyim. Asıl haber Alibeyoğlu'nun CHP'ye katılacağı! Aslında değişik bir haber değil bu, daha önce de CHP'den AKP'ye v.b. geçişler yaşanmıştı. İlginç olan ise artık bu "görüş değişikliklerinin" bize bu kadar da ilginç gelmemeye başlaması.

Merak ediyorum, farklılıkları seven bir millet miyiz, yoksa aslında hepimiz aynı hamurdan mıyız da bu kadar cosmopolite bir yapımız var uzaktan bakınca..

İstanbul 2010 kültür başkenti yolundaki propagandalarına siyasi partilerimizi de ekleyebilir.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Kar ama Ankara'da olsun

İstanbul'da yağan karın birşeye benzediği yok. Yerlerde çamur, yol kenarlarında akan derecikler ve yagmurda bile patlayan trafik dışında..

Ama Ankara'da kar güzeldir, heryer bir anda bembeyaz olur, trafik etkilenmez. Oran'da Ocak'ta yağan kar Mart'ta erir. Güzeldir.. Zaten bu yüzden Ankara'da kar yağdığında mutlu olur insanlar.

Yılın ilk karının yağdığı gün hep güzel, huzurlu geçmiştir benim için sanırım geride kalan bir mutluluk oldu benim için..

23 Aralık 2008 Salı

Ziya mı Erman mı?

Dünki derbi hayret verici bir şekilde gaazzarayımızın yenmesiyle sonuçlandı. Delgado kırmızı kart gördüğünde ne yalan söyliyim bi burukluk kapladı içimi. "Yendiniz ama 10 kişilik takımı" etiketinden korktum. Ama netice güzel, derbi kazanmak da nasip oldu şu dönem bitmeden..

Ama asıl olay o değil. Maç sonrası Erman Toroğlu'yla Şansal Büyüka'yı dinliyoruz. Konu neydi, nasıl oraya geldi bilmiyorum ama bi baktık Erman diyoki, "bu sandalye değişir değişmez, yayından soyleyınce hemen deişir bişeyler bişeyler" diyor. Ordan Şansal diyo "o Fatih hocanın koltuğu". İşin özü anlaşılmayan bir koltuk muhabbeti dönüyor güzel bir derbinin ardından.
Erman kendi kendini dolduruşa getirip bir cümle içinde 15 kere lan ve ulan dedikten sonra, bi baktım, ikinci bir Ziya Şengül vakası yaşanıyordu az daha:
Erman: "bu koltuk hassssssssss..............."

17 Aralık 2008 Çarşamba

Explorer Patlar...

Zapata, Yunanistan, anarşistler hepsi hikaye oldu. En değerli şey zaman, zaman bulup yazamıyorum. Bir heves alıp kitaplığıma dizdiğim, ciltlerini göre göre sanki okumuş gibi bir bağ kurduğum ve onları hayatımda (ya da kitaplığımda) oturttuğum o yerleriyle kabul ettiğim kitaplar gibi olucak bu konuların sonu da diye korkuyorum.


Ve yıllardır explorer iyi değil, verimli değil, paşa paşa mozilla kullanın diyoruz, gerekli ilgiyi görmüyordu. Alın size kapak oldu bu da. Explorer tomburdadı. Özellikle çince servis veren (ya da çin domain'inden yayın yapan) siteler patlamış. Şifre vs gibi gizli bilgilerin güvenliğinde açık bulundu. Bu kadar ayyuka çıkınca Microsoft bile kabul etti. Türkiye saatine göre 20:30' kadar yama hazırlıcaklarmış.


Siz siz olun mozilla (firefox) kullanın. siz de tomburdamayın. Emin olun her zaman için daha güvenli ve tatmin edici olucaktır. İlgilenenler için



15 Aralık 2008 Pazartesi

Şair Nedim Lokali

Aslında bugün öğle yemeğinde yunanistan'daki olaylarla ilgili ya da Zapata ile ilgili şeyler yazmayı düşünmüştüm ama taksiyle işe dönüş yolunda daha tatlı bi konu buldum.

Akaretlerin bir altında, pahalı ve şık butiklerin biraz ilerisinde adını bulunduğu caddeden alan Şair Nedim Lokali..

Her akşam değil ama bazı akşamlar önünden geçiyorum eve dönüş yolunda. İçeride bir süredir demlenen ve haliyle içki kokan amcalar kapının önüne çıkıyor ve sigara içerek sohbet ediyorlar.

Bana hiç gitmediğim İngiltere topraklarındaki pub'ları anımsatıyor her nasılsa -şark usulü pub-. Amcalar mahalle sakinleri, öyle içki kokuyolar dediysem de kötü kötü değil. Sen önünden geçerken de hepsi hafifçe kenara çekilip yol veriyolar.

İnternette logosunu bulurum belki diye bakarken bu yorumu buldum itü sözlükte:
bir gün pipom ve şiir defterimle gitmek istediğim lokallerden biri. içeride sanırım en genç insan 55 yaşında olup tsm eşliğinde memleket meseleleri ve türk edebiyatının geldiği nokta tartışılıyor.
(
man on the moon, 16.07.2007 01:14)

Logoyu bulamadım fotografını çekip yarın koyabilirim belki..

5 Aralık 2008 Cuma

Reklamlar


En çok beğendiğim iki reklam var.
Biri Vivident (Fulll Fresh sanırım) reklamı. Yağmur duasına çıkan bir kızıldereli var. Müzik it's raining man. Dans süper. Başlamadan önceki duruş pozu ortada duran heykelle uyum içinde. En komiği de en sonunda amcaların kıs kıs gülüşü..
İkincisi de, Eti'nin snickers benzeri çikolatasının reklamı: AYARSIZ ENERJİ.
Reklamın amacı ilgi çekmek ya da yaratmak, o malın alınmasını sağlamak. Ben normalde sakız çiğnemem pek, acıktırır çünkü. (Zaten acıkma sıklığı az olmayan bir bünyem var.) En sevdiğinm reklamın ürününü almıyorum. Peki Ayarsız enerji? Fazlasıyla çikolata ve benzeri tüketirim aslında ama yine de bir kere bile gidip almadım.
Bunu yazarken aklıma geldi: Ülker'in sakızı ilk çıktığında verdikleri radyo reklamları çok kraldı. (ilgilenenler için; loadingvault.com/search.php?q=kaybolmayan+sakız+remi) Onu da bir kere çiğnemedim.
Peki neden? Bence bunun altında benim tutucu bir tüketici olmamdan başka bir neden var. Reklamlar hayatımızın o kadar büyük bir kısmını işgal etmeye başladı ki, şarkı dinler gibi reklam dinliyor, klip izler gibi reklam izliyoruz. Ürünlerle ilgilenmiyoruz.
En son örneğin, Cem Yılmaz'ın filminin n tane sponsoru var. Herbiri ayrı reklam veriyor. Artık AROG'la yatıp AROG'la kalkar olduk milletçe. Öyle bir hal aldı ki filmle ilgilenmiyoruz, sanki film yok ara ara gösterilen skeçler var. Tek bir ürün reklamı olunca son aşama "hay başlıcam filmine de ceme de yılmaza da" oluyor. Genel olarak reklam kültürünün etkisi ise ürüne değil reklamın kendisine kaydırıyor ilgiyi. Ulaşılabilen yegane hedef farkındalık yaratmak oluyor. Bütün insanların "rasyonel" olduğunu varsayarsak da görünen o ki bu reklam verenler yetiyor.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Don't Ask Don't Tell

Amerikan ordusunda homoseksüel olduğunu açıklayan bir askerin ordudan ihracı isteniyordu. Bu gerekçeyle sadece 2005 yılında 726 asker Amerikan ordusundan uzaklaştırılmış. Bu uygulamanın temeli ise 1996 tarihli bir yönergeye dayanmaktaymış. Buna göre homoseksüellik zihinsel bir engel, homoseksüeller ise zihinsel engelli sayılıyormuş. Bu gerekçeyle de zihinsel engelli bir birey orduda barınamıyormuş. Ancak 2006 yılında bu kabulün kaldırılması görüşülmüş ve şu anda uygulanan don't ask don't tell kabul edilmiş. Benim anladığım kimsenin başka birinin cinsel tercihini sorma hakkı yok. Bu nokta da A.C. Toker'in bilgisinin daha güncel bir bilgi olduğunu not etmeliyim. Ancak bu uygulama da şu aralar tartışılıyor. Sonuç ne olur önümüzdeki günlerde görücez.


Ufak bir not adamların Center for the Study of Sexual Minorities in the Military (CSSMM) adında bir merkez var ordu bünyesinde.


?Amerika'da gerçekten (en azından Türkiye'ye oranla daha gerçekçi) uygulanan bilgi edinme yasası kapsamında öğrenilen bilgiye ağlar mısın, güler misin? 1994 yılında geliştirilen projeye göre düşman askerlerinin üzerine atıldığında erkeklerin birbirlerine karşı cinsel istek duymasını sağlayan bir kimyasal `aşk bombası` niteliğinde silah geliştirilmiş. Hava kuvvetleri 'gay bombası' nın varlığını kabul etmiş ve bombanın etkiye geçtiği zaman düşman askerlerinin savaşmak yerine birbirleriyle seks yapmasını sağlamasını hedeflediklerini bildirmiş. Bomba hiçbir zaman kullanılmamış..


İngiltere'de durum nasıl?

İngiliz Donanması 2005 'te herkese eşit haklar verilmesini savunan Stonewall Diversity Champions ile bir sözleşme imzalamış. Bu anlaşma doğrultusunda Londra'da eşcinsellerin çıkardığı Pink Panter gazetesine ilan vermiş. Eşcinsel asker alım ilanı. Donanma böylece 2000 civarındaki mevcut eşcinsel askere moral vermeyi ve yenilerini orduya katmayı hedeflemiş. Ayrıca, bundan böyle eşcinsel çiftlere, bugüne kadar sadece evli çiftlere verilen orduya birlikte yazılma hakkının da tanınacağını ilan etti. İngiltere'de eşcinsellere orduya katılma olanağı 2000 yılında çıkarılan bir yasayla tanınmıştı. Ama görev sırasında cinsel ilişkiye izin verilmiyormuş.
Burada aslında bir fotoğraf daha olmalıydı, esmer bir deniz piyadesinin fotoğrafı. Ne yazıkki, fotoğraf ssdd adıyla bilinen sevgili epikman'da. Görmek isteyen için adres o. (Bu arada bu ne gıcık bi isim derken, ssdd için, diyavol arkadaşımız açıklamasını yaptı. Fena da değilmiş hani..

Bu işte bir Gay'lik var!

Dün Yüksek Askeri Şura toplandı ve 24 askerin ordudan ihracına karar verdi. Emin olmamakla birlikte YAŞ bunu her sene 2 kere yapıyor. Geçen yıllarda sanki sebep genelde irticai faaliyet olurdu. Bu yıl ise birşey dikkatimi çekti. 24 ihracın 5'inin sebebi irticai faaliyetken geri kalan 19 ihracın sebebi (burda kıvrak bir dört işlem yapmak gerekiyordu) uyuşturucu ve "ahlak dışı ilişkiler". Ahlak dışı ilişkiden kastedilen nedir? Herşeyden önce ahlak anlayışı son derece öznel olabilir. Benim aklıma gelen bir tanesi, örneğin bir adamın birden fazla ailesinin olması, başkasına normal gelebilir. Ya da başka birine ahlak dışı olarak gelebilecek bir davranış, örn; evlilik dışı ilişki bana göre normal olabilir.

Bilemiyorum belki benim hassas burnumdur sebebi belki de geçen gün izlediğim Philadelphia'dır, ama ben bu işte bir gay kokusu aldım.

Aynı koğuşta yaşayan askerleri düşününce belli bir mantığa oturtulabilir ama yine de tartışmaya açık bir konu bence. Neden herhangi başka bir iş yaparken gay olduğu öğrenilince işinden olan biri hakkını arayabilir, işine geri dönebilirken, bir asker bu hakka sahip olamasın? Tamam ihraç edilen askerlerin de eminim bir itiraz hakkı vardır ama sonucu ne derece etkiliyordur? Ben bunun bireylerin takdirine bırakılması gereken bir hak olduğunu düşünüyorum.

Erkek asker var kadın asker var, gay ya da lezbiyen asker neden olamıyor? Fiziksel yetersizlikse eğer konu, zaten mukavemet sınavları vs bu iş için var.

Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Türkiye'de gay'ler birçok açıdan engelli olarak görülüyor ve engellilerin maruz kaldığı bazı engellere onlar da mahkum ne yazıkki.

2 Aralık 2008 Salı

Philadelphia

Dün (1 aralık) Dünya Aids günü olduğu için cnbc-e Philadelphia'yı gösterdi. Baya eski bir film olamasna rağmen izleme fırsatım hiç olmamıştı. Yani muhtemelen olmuştur da ben ben değerlendirmemişimdir. Film güzeldi. Hem işlenen birçok konu, hem oyuculuk doyurucuydu.

Filmin 1993 yapımı olduğunu düşünürsek olay 80'lerde geçiyor sanırım. 80'lerde ne AIDS ne de eşcinsellik bugün algılandığı gibiydi. İkisi de salgın hastalık olarak algılanıyordu. AIDS eşcinselliğin yerinde cezası olarak bile algılanıyordu. Böyle bir ortamda filmde çizilen aile tablosu yürekleri ısıtsa da çok gerçekçi değildi sanki. Filmin bitiminde "based on a true story" ibaresini aradım ama yoktu. Belki de ailelerin yaklaşımının nasıl olması gerektiğine dair bir model oluşturma gayretidir. Haksız bulmuyorum. Böyle bir alt metin varsa da o da yerinde olmuş.
Bu "based on a true story" ibaresini ararken casting de bir hastane görevlisini canlandıran oyuncunun adı Freddie Foxxx'du. Yazın Yalıkavak'ta gördüğüm etiketi hatırlattı: beden: XXXXXL. Hadi bu beden bilgisi dükkan sahibinin engin hayalgücünün eseri desek, Freddie abimizin soyadı hangi cin fikrin ürünü?
Yine casting'de "The Flirtations" diye bi ekip vardı, gülmekten isimlere dikkat edemedim.

Aaa unutmadan not düşeyim; Denzel Washington'a hiç ısınamamışımdır. Sebebi belki insanoğlunun yaptığı en başarısız takma dişlere sahip olması olabilir.

Bu arada Philadelphia aslen Anadolu'da kurulmuş eski bir yerleşim yeri (İncil'deki 7 kiliseden biri burda). Şimdiki adıyla Alaşehir.

Son olarak: Türkiye'deki kayıtlı AIDS'li sayısı 3000 küsürmüş. Gönül isterki daha az olsun ama benim fikrim kayıtsızların bir hayli fazla olduğu yönünde. Türkiye'de AIDS'e yönelik bilinçlenme ne durumda bilemiyorum ama dünyadan bir kare size: okuduğum bir doktora tezinden öğrendiğime göre Afrika'da birçok kabilede korunma yöntemi olarak kum kullanıyorlarmış. Evet kum aslında hastalık ve enfeksyon kapma olasılığını milyonla çarpmaktan başka bir işe yaramıyordur. Ama sakın kabile kelimesin etakılmayın lütfen çünkü Afrika'da nüfusun neredeyse tamamı kabile yaşamını sürdürüyor..





Cahillikler Serisi I

Coen biraderler hakkında yazarken huzursuz olsum "ya vardır kesin bunların kayda değer filmleri" dedim, ve internette bilgiye aç insanın kutsal el kitabı wikipedia'yı açtım, bu cehalete bir dur dedim.
Filmography'si

1984- Blood Simple
1987- Raising Arizona
1990- Miller's Crossing
1991- Barton Fink
1994- The Hudsucker Proxy
1996- Fargo
1998- The Big Lebowski
2000- O Brother, Where Art Thou?
2001- The Man Who Wasn't There
2003- Intolerable Cruelty
2004- The Ladykillers
2007-No Country for Old Men
2008- Burn After Reading
2009- A Serious Man

2004'ten öncekileri Joel abimiz tek başına kotarmış, sonra kardeşler elbirliği etmişler.

Big Lebowski , O Brother.. saygı duyduğumuz filmlerdir, kabahatim büyük. The Man Who Wasn't There'i hemen vcd supplier'ımdan isticem, bu vesileyle hatırladım hep izlemek istemişimdir. Ama benden söylemesi No Country.. ömür törpüsü, Ladykillers vakit kaybı.

Burn After Reading

No Country for Old Men'de Coen Biraderler ve Academy (bu birader mevzusunun da ayrı bi hikayesi var, çakma vcd supplier'ım ın deyişi. ama konudan sapmayalım) bizi filmin gerilim filmi olduğuna inandırmaya ne kadar çalışsalar da, bu uğurda adamlara oscar'ı bile verseler de yok kardeşim! Hiç gerilim filmi görmesem ya da hiç gerilmesem inanıcam da, yok o gerilim değildi. Benim bildiğim hiç bir gerilim filminde insanlar birbirlerine totolarını dönüp tosurdamaz. (biraz yerel söylev oldu biraz, idare edin böylesi kulağa daha hoş geliyor).

Geçen cumaya kadar Coen biraderlerle olan münasebetim sanırım bundan ibaretti. Bundan ötesi varsa da farkında değilim ya da bünyemde yer etmemiş.


İşin aslı John Malkovich, George Clooney ve Pitt Brad'in hatrına gittim filme, respectively. Film çok başarılıydı. Kendini "aptallar komedisi" olarak tanımlıyor ve vaadettiğini de veriyor. Beğenmemin sebebini kendi beklentimin düşük olmasına bağlamıyorum, çünkü hakkaten de komikti. Ama internette okuduğum yorumlara bakınca belki de insanların beklentilerinin biraz fazla olmasından kaynaklanabileceğini düşünüyorum. (evet yorumlar kötüydü)..


Ya da bu türdeki filmleri sevmiyor olabilirler ki bu çok rastladığım ve tahammül edemediğim bir durum. bir türü sevmiyorsan, beğenmiceğin fikri sabitse neden gidersin? neden para verirsin? ve neden sonrasında yaptığın yorumlarla insanlara çileli dakikalar yaşetırsın?


Örneğin eğer FRP, fiction vs sevmiyorsan, Lord of the Rings'i izleyip çok saçma diyemezsin. Superman'i izleyip nasıl uçabilir çok saçma diyemezsin. Filmler hakkında yorum yapmak için önce o film türünü tespit edip onun kurallarına göre düşünmelisin.


Neyse bunları da söyleyesim varmış, fırsat bu fırsat içimde kalmadı.


Asıl konuya dönersek, emeği geçenleri satgıyla selamlıyoruz efenim..

27 Kasım 2008 Perşembe

Alfredo y Beyti

Keşke daha önce haberim olsaydı, Roma'da Alfredo diye bi yer varmış. Fettucini Alfredo'nun yaratıcısı olan Alfredo amcamızın mekanıymış. Şu anda kim işletir bilinmez, belki torunu.. Türk muadili Beyti. Bunu da 2-3 ay önce öğrendim. Beyti de başka bi amcamızmış, beyti kebabı hayatımıza kazandıran. Gerçi o hala yaşıyor, belki Alfredo da kasada oturuyodur?

for beyti; http://www.beyti.com/homepage.htm









for alfredo;
http://www.alfredo-roma.it/roma.it/ sanırsam..






Yalnız Beyti amcamdaki ağırlığa asalete bakar mısınız?
bi de alfredo'nun literally and figuratively aç haline..

Sachs and the Citi

Goldman Sachs'le Citibank birleşmiş miş..
Zeki Bey'e saygılar :)

starring Vikram S. Pandit


Bu arada AIG CEO'su Liddy maaşını $1 yapmış, içimize su serpti valla...






Hint:

25 Kasım 2008 Salı

freddie...

uykusuzluk demedik, hafta içi demedik, bazılarımız askeriz demedi freddie'ye karşı görevimizi yerine getirdik.

tribute baya güzeldi. sami selçuk'un kotu ve deri ceketi baya sükse yaptı.

bacakla ritim tutma ve mikrofon sopasıyla temaşa hareketleri güzeldi yalnız seneye freddie'nin kostümleriyle sahnede görmek istiyoruz sami selçuk'u..

at hırsızı

annemin bi 'at hırsızı' klasmanı vardır sevmediği insanlardan bahsederken (ya da sadece tipsiz erkeklerden)

"şuna bak at hırsızı kılıklı"
yakın bi geçmişe kadar üzerinde hiç düşünmemiştim. belki biraz çocukluk fantazilerimi şekillendiren red kit serisinin de bunu payı vardır ama farkettim ki kelimenin tam anlamıyla at hırsızına benzeyen insanlar var etrafımızda. yanlış anlamayın kötü ya da çirkin birşeyi tarif için kullanmıyorum, sadece benziyolar..
neden bahsettiğimin sizin kafanızda da biraz netleşmesi için:


gökmen özdenak
kadrolu bi at hırsızı..

yalnız lütfen takip edin haftasonu yorumlarını. adeta moda onu takip ediyor..

bu arada yabana atmayın, levent tüzemen de hakkı yenmicek başka bir at hırsızımızdır.

20 Kasım 2008 Perşembe

erdoğan'dan inciler

erdoğan'ın amerika gezisinin devamı aslında bu. evet erdoğan'ın amerika'ya gidişinin ne imf ile ne de amerikan seçimleriyle ilgisi var diye düşünüyorum. velev ki (geçen gün even if'in türkçe karşılığının "velev ki" olduğunu öğrendim. hiç bu açıdan bakmamıştım, kullanıyım dedim) erdoğan'ın amerika'ya gidiş sebebi amerika'nın değişen ya da değişmesi muhtemel ırak stratejisi olsun. -bence ırak diye tek başına değerlendirmek eksiğin ötesinde yanlış olur, ortadoğu der ve bundan afganistan'ı da eksik etmezsek doğru olur- Değişmesi muhtemel bu planda amerika ırak'tan çıkmayı ne kadar hedeflese de bunu bitmeyen bir süreç olarak görmekte fayda var bence. amerik ahep buralarda dolanıyor olucak.

ırak'tan çıkıyor ama afganistan'a gönderiyor ırak'tan çektiği birlikleri. öte yandan uranyum zenginleştirme hikayesiyle iran'ı devamlı bir taciz içinde.

durum buyken erdoğan'ın kıvrak diplomatik zekası şöyle bir açıklama yapmayı uygun gördü: “iran’a nükleer silah yapma diyenlerin kendilerinin de nükleer silahı olmaması gerekir”
bu sen önce kendine bak çıkışı ne kadar haklı gibi gözükse de, özünde ne kadar hümanist bir yaklaşım olsa da, nato üyesi bir ülkenin başbakanından gelince o kadar da haklı olamıyor. neden? nedeni basit amerika'nın italya, polonya vs konuşlandırdığı nükleer başlıklı silahların nato'nun onayından geçmiş olması.
bilindiği gibi nato'nun değişmeyen pirensiplerine göre nükleer silahlanmada sıfır çözüme ulaşılıncaya kadar, konvansiyonel ve nükleer silahların uygun bir kombinasyonunun kullanılmaya devamı zorunlu görülür. nükleer silahların amacı siyasi olup, ittifakın güvenliğinin en önemli garantisi olarak kabul edilmiştir.

acaba erdoğan bu çıkışıyla diyalogda çekimser gibi gözüken iran'a mı paye vererek sempati kazanmayı hedefledi yoksa nato'nun pirensiplerinde değişiklik yapılmasını mı önerdi? eğer ikincisiyse asıl yapılmak istenen, zannediyorumki bunun için izlenmesi gereken yol daha farklı olmalı, planlı lobi faaliyetleri yürütülmeli.
erdoğan, birleşmiş milletler güvenlik konseyinde edindiği geçici koltuğa güvenerek iran'a göz kırpmıştır.

bu durumda acaba insanlar amerika'dan ne gibi bir tepki bekliyorlardı da mccormack türkiye'ye ihtiyacımız yok ilerletmek isteyenle potansiyel süreç zaten var dediğinde şaşırıyorlar? türkiye aşağılanmış, dalga geçilmiş oluyor?

think twice, if it's not sufficient please ask for an advice. piliiiiiiiiiiiiiiz..

erdoğan'ın amerika gezisi

herşeyden önce erdoğan'ın amerika gezisi tarihi itibariyle bir talihsizlik olarak görüyorum. imf zaten birkaç gün öncesine kadar türkiye'deyken sonuçsuz bırakılan diyalogların peşinden kalktı amerika'ya gitti -imf ile anlaşılsın mı? o ayrı bir konu, tartışılması gereken- üstelik de amerikan başkanlık seçimlerinin hemen akabinde.. daha a.gül'ün tebriğine cevap bile gelmeden.
diplomasi gurusu olmasam da bu işte bi terslik var dedirtiyo bana. belki de yoktur..

3 Kasım 2008 Pazartesi

mesleki deformasyon

doktora yapmak meşakkatli bir iştir, bilen bilir. bilmeyenin de hayatın bu acılı taraflarını öğrenmesine gerek yok kanımca.

doktora hakkındaki genel kanı düşünsel gelişimi sağladığıdır. ne yazıkki bu kural her zaman işlemez, bazı defektler bırakır bünyede..



yemekteyiz, herşey normal.
hesap geldi. biraların toplam fiyatı yazıyo. peki tanesi ne kadar?
birinci kişi hesabı usulca bir yan tarafa verir, bırak hesaplamayı o yapsın..
54/ 6, zor olmasa gerek aslında.
ikinci kişi: "o ona bölünmez."
cevabı bulma konusunda son derece yeteneksiz olan ben kuramsal bi yaklaşımla: 54 hem 3'e hem 2'ye bölünür amma yaptın.

normal bi toplulukta hiç dillendirilmeden kafalarda yapılan bu bölme işlemi doktora ve yüksek lisans defektlerinin iyice sirayet ettiği bünyelerde rahat bi 5-6 dakika oyalar adamı..

29 Ekim 2008 Çarşamba

sıra google'ın kendisinde

ve sonunda blogger da kapandı.

eylül ayında bu blogu oluşturduğum sırada yazdığım yazıda "henüz kapanmayan google sayesinde sizlerleyim" demiştim ama o da oldu blogger.com da geçenlerde kapandı,,, açıldı. herkese hayırlı olsun..

23 Ekim 2008 Perşembe

2 Aya Kalmaz Geçer..

CNBCe'nin perşembe günü programının sıkıcılığı yüzünden diğer kanalları zaplıyordumki CNN Turk'te Beyaz'la Meral Okay'ın programında Cem Özer vardı. Bilmiyorum daha başka nelerden bahsettiler ama ben açtığımda Büyük Üstad Cem Özer yaşanan finansal krizi yorumluyordu ve "Önemli bişey diil bir-iki aya geçer, kimse korkmasın" dedi.

Sıkmayın canınızı 1-2 aya geçermiş..

(Bkz: Keşke Youtube kapanmasaydı dedirten anlar)

Altın Portakal ??..

Her sene bi heyecan her sene ayrı olay. Bi altın portakaldır gidiyo. Yanlış anlaşılmasın sözüm festivale diil. Bence sadece filmin de diil herşeyin festivali yapılmalı her hafta başka konu, hayatımız renklenir.

Ama bu festivallerde odul verilecekse verildigi kişiler kadar ödülün kendisi üzerinde de kafa yorulmalı. belki daha da fazla.. en nihayetinde her sene başka kişiye veriyosun ama ödül hep aynı ödül.

Festivalin adı altın portakal olmasına altın portakal ama ödülün şeklinin portakalla uzaktan yakından alakası yok.
Bir grup insan görüyorum ben coşku içinde ellerini uzatıyolar.. ama neye? Napoli yakınlarında Pompei'ye gittiğimde buna benzer çizimler görmüştüm duvarlarda eski çağlardan kalan. Ona mı bi gönderme yapılıyo? Bence "Erkeğe Tapanlar" ya da daha da güzeli "Penise Tapanlar" diye bi film çekilse bundan güzel afiş yapamazlar! Gönül isterdi ki daha büyük bi fotoğrafını koyabilseydim ama Bo Derek'in tepkisi herşeyi açıklıyo sanırım,

Yazık kadıncağız ne yapıcağını bilemedi. Genç birine verseler yine neyse.. İyi diplomatik kriz çıkmadı. Sen çağır, getir kadını festivale sonra herkesin önünde eline bunu tutuştur. Bişey ima eder gibi..
Bu konuda herkesin görüp de bişey söylememesi garibime gidiyo. Acaba ben ödülü veren adamı Korhan Abay'a benzetmiş olmamın bununla bi ilgisi var mı diye de düşünmeden edemiyorum.

Ya da bizati Kevin Spacey'nin elinde görmemin..

Öyle ya da böyle bir altın vibra.. ay pardon altın portakal'ı daha geride bıraktık. Ama içimiz rahat Nurgül Yeşilçay sonunda "ödülünü" aldı!
Ve mutlu bir kalabalık..

24 Eylül 2008 Çarşamba

henüz kapanmayan google sayesinde sizlerleyim

görmemişin blogu olmuş yazıları peşi sıra sıralamış diceksiniz ama işin aslı şu:

bikaç haftadır çok sevgili arkadaşıma ulaşmaya çalışıyodum. tam artık ümidi kestiğim bir sırada adını google da arattım. blogu çıktı karşıma.

son çare olarak bloguna comment girdim 'beni ara diye'. neyse sonra bi baktım yok artık! bi arkadaşımın babasının bile var blogu.

eksik kalmamalıydım.. hemen taze çıkmış bir blog tedarik edilir, akla gelen ilk şey yazılır, sonra bir güzel başka unutulur ve bilgisaya kapatılır. yayınlamak da bugüne kısmet olur ve peşpeşemiz hazıır..

hayır anlatıcak şeyler hep vardır çok şükür de benim korkum bloga girdikten sonra sözlü anlatmak.. karar aldım, ben blogumu diil, blogum beni takip etsin! (laf havalı oldu ama biraz düşününce, pratikte zor)


not:buradan yetkili makamlara google'ı henüz kapatmadıkları için minnetlerimi sunuyorum.

19 Eylül 2008 Cuma

başlık

hayır anlamadığım daha bişeyin başlangıcında oturur oturmaz başında dikilen garson gibi hemen başlık sorulması..

özgeçmiş yazıyosun başlık..

bolg açıyosun başlık..

daha bismillah bi bekle. dur bi bakalım hele bi yazmaya başlayalım. tamam insan bi noktadan yola çıkıyo yazmaya ama bakalım o noktaya ne kadar yakın olucaz yazının sonunda.


tamamen yaratıcılık karşıtı hareketler bunlar. neymiş? konu içinde kalıyım, etrafında biraz dolanıp dalgalanıyım ama serbest sıçramalar yapamıyım.

karşıyım..